Türkiye'nin çok çabuk değişen gündemi arasında dikkatlerden kaçan ve biraz es geçilen önemli bir konu var aslında. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, bu ayın başında Mardin ve Van'da doğu ve Güneydoğu'nun bazı il ve ilçelerinden gelen bin iki yüz cami görevlisini dinledikten sonra demeci patlatmış:
Terörün Panzehiri Bulundu; Medreseler Legalleşiyor [Ömer Sağlam]
Türkiye'nin çok çabuk değişen gündemi arasında dikkatlerden kaçan ve biraz es geçilen önemli bir konu var aslında. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, bu ayın başında Mardin ve Van'da doğu ve Güneydoğu'nun bazı il ve ilçelerinden gelen bin iki yüz cami görevlisini dinledikten sonra demeci patlatmış:
"... Bölgedeki kadim medrese geleneği
zamanla zayıfladı, medreseler resmen kapatıldıktan sonra da daha sivil, küçük
küçük öbekler halinde, 10-20 kişilik gruplar şeklinde veya cami köşelerinde bu
gelenek devam etti... Terör örgütünün
anlayışı yanlış ideoloji, bazı yerlerde mihraplara, minbere kadar yaklaşmış. Biz
bölge halkını yok sayan resmi bir tarih anlayışı öğretiyoruz. O tarih onları
yok sayıyor. Ona karşı birileri de ideolojik bir tarih dayatıyor...Terör örgütünün toplum üzerinde kurduğu baskı, bölgenin
bütün kültürel fay hatlarını sarstığı için bu gelenek de büyük oranda yara
aldığı... Biz bölgedeki medreselerin denetiminin yapılabildiği bir legal
ortamda müfredatı, sınavları, öğreticileri, ne öğretildiği belli olan, hangi
sonuçları elde ettiğimizi bize gösteren bir yapıya kavuşmasını istiyoruz. Daha
doğru olacağını düşünüyoruz. Aksi takdirde bu yapıların da terör örgütü
marifetince istismar edilmeye başlandığını, buradan mezun olan yahut burada bir
kaç şey öğrenen insanların bazılarının belediyelerce görevlendirilerek, din
istismarı malzemesi olarak kullanılmalarına şahit oluyoruz. Bunun da çok açık
ve şeffaf bir şekilde konuşulması, üzerinde kafa yorulması lazım. Örgün eğitime
alternatif yeni bir müessesenin önünü açmak anlamında anlaşılmamalı ancak zaten
bir kısmı Diyanet'in Kuran kursuna dönüşerek legal statü aldılar, bizim
denetimimizde eğitim hizmeti verenleri var ancak başka ne yapılabilir, bunun
üzerinde durulması gerekiyor."(1)
Düşünce
ilk bakışta güzel ve masumane gibi görünüyor. Ancak ne var ki; Doğu ve
Güneydoğu'daki medreselerin kontrol ve denetiminin devlet tarafından, mesela
Diyanet müfettişlerince denetlenmesi mümkün değildir. Hele de bu dönemde.
Niye
mi? Anlatayım: Yanılmıyorsam 2003 yılıydı. Türkiye Diyanet Müfettişi sıfatıyla yanımda
bir arkadaşım da bulunduğu halde Siirt ve bağlı ilçelerindeki Müftülüklerin
bünyesinde bulunan TDV şubelerini (her müftü, aynı zamanda mevzuat gereği
bulundukları yerdeki TDV Şubesi başkanıdır) teftişe gitmiştim. Aydınlar
(Tillo)'da bulunan medresenin, 28 Şubat'ın rüzgârıyla kapatılmasının önüne
geçilmesi için burasının göstermelik olarak Kur'an Kursu'na tahvil edilerek
Müftülüğe bağlandığını gördüm. Anlayacağınız, tıpkı Mehmet Görmez'in yukarıda
dediği gibi; bu medresenin kapısına "Kur'an Kursu" tabelası asılarak,
sözüm ona legal hale getirilmişti(!) söz konusu medrese. Ancak gerçekte yine
medrese eğitimine devam ediyordu.
Böyle
olunca, yani adı geçen kurum, kapısına "Kur'an
Kursu" tabelası asılarak legal hale getirilince, Müftülük bünyesinde
bulunan Türkiye Diyanet Vakfı Şubesi'ne ait bağış makbuzlarından alarak halktan
bağış toplamaya başlamış. Malum, bölgede diğer tahıl ürünlerinin yanı sıra yaygın
olarak fıstık üremi ve hayvancılık yapılmaktadır ve Tillo Medresesi (Aydınlar
Kur'an Kursu) de bu durumu dikkate alarak, müftülükten bol bol "Ayni Bağış Makbuzu" (Mal ve eşya
bağışında kullanılan makbuz) almıştır. Al beş çuval fıstık ver bir yaprak makbuz,
al 10 koyun ver bir yaprak makbuz, al 5 baş sığır ver bir yaprak makbuz vs.
Peki bunların parasal değeri ve muhasebesi?
Yok!
Müftüye
sebebini soruyorum; garibim müftü "Hocam
oraya bizim hükmümüz geçmiyor. Bizi dinlemiyorlar. Kendileriyle sürtüşmek de
istemiyorum, yoksa beni burada durdurmazlar. Sizden istirham ediyorum bu şubeyi kapatın gitsin..." diyor.
Denetimini yapmak için halen ellerinde bulunan makbuzları getirmeleri için
haber gönderiyorum, tınlayan yok! Ankara'ya gelince bu sakıncayı dile getiriyor
ve denetlenmesi mümkün olmayan Aydınlar Şubesi'nin derhal kapatılmasını teklif
ediyorum. Ancak Diyanet, beni değil, orada bulunan ve mahallindeki feodal
yapıya teslim olmuş olan İl Müftüsünü dinliyor ve şubeyi
kapatmıyor/kapatamıyor. Nice sonra, başka bir teftişe bağlı olarak
kapatıldığını duydum Aydınlar'daki TDV. Şubesi'nin. Muhtemelen şimdilerde
tekrar açmışlardır. Ne de olsa orası şimdilerde Diyanet'e bağlı legal bir
Kur'an Kursu olarak faaliyette bulunuyor!
Bu örnekte de görüldüğü gibi; medreselere
legalite tanınsa bile bu merkezlerin Ankara'dan denetlenmesi ve kontrol
edilmesi asla mümkün değildir. Oradaki feodal yapılar ile feodal beyler,
şeyhler, meleler ve seydalar buna asla izin vermezler! Hele de işin içine
siyaset girerse!
Dolayısıyla;
Mehmet Görmez'in, bölgedeki teröre karşı bir tedbir olarak bu medreselere
legalite kazandırılmasını teklif etmesi, saçmalığın dik alasıdır ve gündem
deiştirmekten başka bir amaç taşımamaktadır. Cumhuriyetin temel niteliklerine
ve özellikle Tevhid-i Tedrisat kanuna da açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Öte
yandan, bu medreselerde yetişen sözüm ona din adamlarının, Türkiye'yi "Darül Harp", yani "İslami esaslara göre yönetilmeyen
ülke" şeklinde tarif ederek, vatandaşın devlet otoritesine saygılı
olmasını engelleyici kimi fetvalar verebildikleri öteden beri ileri sürülen
yaygın iddialardır. Mesela; devlete elektrik ve su parası ödenmesinin, vergi
verilmesinin, askerlik yapılmasının caiz olmadığı yönünde görüş bildirdikleri
iddiaları pek yaygındır. PKK'nın bölgede yaratılan kaynaklardan pay istemesinin
sebebi de bence bu medreselerden mezun olan melelerce verilen fetvalarda
arınmalıdır.
Bunun
yanında, çok eşlilik, çok çocuk ve kan davası hususlarında da bu medreselerden
yetişen ve "Mele" olarak isimlendirilen din adamlarının teşvik edici
şekilde beyanlarda bulundukları biliniyor ki; bunun en canlı örneği, 4 Mayıs
1999 günü Mardin'in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde 44 kişinin
öldürülmesiyle yaşanan elim hadisedir. Çünkü o hadisenin içinde Meleler de vardır.
Üstelik köyde görevli olup Diyanet tarafından atanan Ankaralı İmam-Hatip Kazım
Ozan da öldürülmüştür o hadisede.
Bundan
başka Osman Baydemir ve Selahattin Demirtaş gibi, PKK sempatizanı siyasilerin
iki de bir Diyarbakır halkını parklarda ve meydanlarda toplayıp alternatif Cuma
namazları tertip etmelerinin altında da yine bölgede etkin olan bu Medrese
mezunu Meleler rol oynamaktadır. Çünkü, bölge halkı Melelerden fetva almış
olamasalardı, sadece Demirtaş'ın çağrısıyla ötede beride adeta devlete meydan
okurcasına ve gövde gösterisi yaparcasına alternatif cuma namazları
kılmazlardı.
Nitekim,
Mehmet Görmez, yapmış olduğu konuşmasında bunun ipuçlarını şöyle vermektedir: "...Aksi takdirde bu yapıların da terör
örgütü marifetince istismar edilmeye başlandığını, buradan mezun olan yahut
burada bir kaç şey öğrenen insanların bazılarının belediyelerce
görevlendirilerek, din istismarı malzemesi olarak kullanılmalarına şahit
oluyoruz..."
Önce Mele Projesi Şimdi de Medrese Projesi!
Bize
kalırsa; Mehmet Görmez, bu açıklamayı muhtemelen saraydan veya köşkten gelen
talimatlarla yapmış olmalıdır! Anlaşılan, çözüm süreci kapsamında HDP'lileri
muhatap almakla yanlış yaptıklarının farkına varan iktidar partisi, bölgede
kendilerine başka muhataplar ararken, medreseleri ve buralardaki, Mele ve
Seydaları bulmuşlardır! Ya da gözlerine medreseleri ve seydaları
kestirmişlerdir diyelim. Mehmet Görmez'in yönetimindeki Diyanet ise sadece bir
enstrümandır bu konuda. Ancak etkili ve anlamlı bir enstrüman!
Kanaatimizce DİB Başkanı medrese
konusunu durduk yerde gündeme getirmiş değildir. Bu, uzun soluklu bir projenin
ikinci ayağıdır bence. Projenin ilk ayağı "Mele
Projesi" idi ve bu proje ile Diyanete 1000 kişilik "MELE"
kadrosu verilmiştir. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar'ın
verdiği bilgiye göre; bu 1000 kişilik
kadrodan 800'ü camilerde din görevlisi olarak, 200'ü de Kur'an
Kursları'nda vazifelendirilmişlerdir.
M.E.Özafşar'ın verdiği bilgiye
göre; bu bin kişilik kadrodan imam
olarak 104 kişi İstanbul'a atanırken, Batman ve Van
57'şer, Diyarbakır'a 52, Siirt'e 49, Şanlıurfa'ya 45, Şırnak'a 38, Mardin ve
Muş'a 36 kişi atanmıştır. Kur'an Kursu öğreticisi olarak ise Trabzon'a 25,
Rize'ye 13, Siirt, Şanlıurfa ve Diyarbakır 12'şer, İstanbul'a ise 11 kişi
atanmıştır.(2) Bunlardan bölgeye
atananların, muhtemelen bölgede
faaliyette bulunan ve kapısında Kur'an Kursu yazmakla birlikte gerçekte feodal
güçlerin etkisiyle medrese eğitimi veren yerlerde görevlendirildikleri akla
gelen bir husustur.
Diyanet İşleri Başkanı Anayasayı
ve Kanunları Çiğnemektedir!
Diyanet İşleri Başkanı Sayın
Görmez'in, yerli yersiz yapmış olduğu çıkışlarla, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nı ve kimi kanunları çiğnediği ve ihlal ettiği, öteden beri bilinen
bir durumdur. Mesela, Medreselerin legal hale getirilmesi ve buraların
Diyanet'e bağlanması şeklindeki teklifi, İnkılap kanunlarından olan "Tevhid-i
Tedrisat Kanunu" na açıkça aykırıdır. Söz konusu kanunun ilk dört
maddesi şöyledir:
Madde
1 - Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye
Maarif Vekaletine merbuttur.
Madde
2 - Şer'iye ve Evkaf Vekaleti veyahut hususi vakıflar
tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekaletine devir
ve raptedilmiştir.
Madde
3 - Şer'iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde mekatip ve medarise
tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.
Madde
4- Maarif Vekaleti yüksek diniyat mütehassısları yetiştirilmek
üzere Darülfünunda bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi
hidematı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de aynı
mektepler küşat edecektir.
Öte
yandan Sayın Görmez, bölgeye hemen her
gidişinde mutlaka Kürtçe konuşmalar yapmakla, Kürtçe mevlit okumakla
kalmamakta, camilerde Kürtçe hutbe bile okumaktadır. Bunu en son Diyarbakır'ın
Silvan ilçesine yapmış olduğu gezide yapmıştır. Habere göre; Silvan Selahattin
Eyyubî Camii'nde cemaate Cuma Namazı kıldıran Mehmet Görmez, minberde okuduğu
hutbenin bir bölümünü Kürtçe olarak okumuştur.(3) Bu durum, T.C. Anayasası'nın
"Cumhuriyetin
Nitelikleri" başlıklı 3.
maddesine ve "Değiştirilemeyecek Hükümler" başlıklı 4. maddesine
açıkça aykırıdır.
Terör
Nasıl Sıfırlanmıştı?
Bilindiği
gibi, AKP hükümeti 2002 yılında Türkiye'yi sıfır terörle teslim almıştı. Bunun
bir sebebi de, verilen mücadelenin topyekun ve millet desteği ile yapılmasıdır.
Tıpkı Milli Mücadele gibi. İşte bu mücadele kapsamında Diyanet İşleri
Başkanlığı da devreye girmiş ve sırf teröre destek veren din görevlileri ile
mücadele etmek amacıyla Diyarbakır'da
bir teftiş merkezi oluşturmuş ve burada sürekli müfettiş bulundurmuştur.
Terörün sıfırlanmasına yakın bir tarihte de bu merkezi kapatmıştır.
Mehmet
Görmez'in medreseleri legalleştirmeye ve buralarda din adamı yetiştirmeye
çalıştığı bugünlerde hatırlatalım ki; 2003 yılında TDV Batman Şubesi'nde
(Batman İl Müftülüğü) yaptığımız çalışma sırasında Şube Başkanı sıfatıyla İl
Müftüsü Yüksel Kaymak elime bir zarf tutuşturmuştu. Zarfın içinden çıkan
15.06.2001 tarihli yazı Batman Valiliği Olağanüstü Hal Bürosu’na aitti ve Vali
İsa Parlak imzasını taşıyan bir üst yazı idi. OHB.04/491 sayılı yazının “Konu”
bölümünde “İmamlar”, “Dağıtım” bölümünde ise “İlçe Kaymakamlıkları” ve “İl
Müftülüğü” yazıyordu. Yazının ekinde Kolordu Komutanı Korg. Doğan Temel’in
imzasını taşıyan bir başka yazı daha vardı. Kolordu Komutanı Korg. Doğan
Temel’in “Uygundur” diyerek imzalayıp, Batman Valiliğine gönderdiği yazının
“Teklifler” bölümünde özetle şöyle deniyordu;
“Bölgede görev yapan imamların bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin içinde yer
almasını önlemek maksadıyla; Diyanet İşleri Başkanlığı’nca bölgedeki camilerde
yeniden kadrolandırma işlemi yapılarak, eksik kadrolara resmi imam atamalarının
yapılması, görevlendirilen fahri imamların, göreve başlamadan önce Diyanet
İşleri Başkanlığı’nca yeterlilik sınavına tabi tutulmaları, bölge halkının
Kur’an Kursu ihtiyacını karşılamak maksadıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’na
bağlı Kur’an Kurslarının açılması ve güvenlik kuvvetlerince özellikle köy
camilerinin kontrol edilerek gayri resmi açılan Kur’an Kursları hakkında yasal
işlemlerin ivedilikle yapılması…”(4).
Yani açıkçası kolordu komutanı ve
dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığı, 2003 yılında, bölgedeki medreselerin
kapatılmasını ve Diyanet'e bağlı Kur'an Kurslarının yaygınlaştırılmasını,
medreselerden mezun imamlar yerine de Diyanet'e bağlı imamların atanmasını
istiyordu. Oysa bugün gelinen noktada Sayın Diyanet İşleri Başkanı tam tersini
savunmakta ve "Gaziantep'te dünyaya geldiğini,
çocukluğunda Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ni dolaştığını, Diyarbakır, Bitlis ve
Siirt'i bilen birisi olduğunu, son yıllardaki sosyolojik dönüşümü toplum olarak
anlamakta, tahlil etmekte ve yönetmekte zorlandıklarını" söylemektedir.(5) Anlaşılan, medreseler legal hale gelince Sayın Görmez bölgedeki
değişimi ve dönüşümü kolayca anlayabilecektir!
Medreseler Mollaları Besiye Çekme Yeri Değildir!
Ankara'da görevli Sovyet diplomatı Aralov, Büyük Taarruz
öncesinde Azerbaycan'ın Ankara Temsilcisi İbrahim Abilov ve Mustafa Kemal Paşa
ile birlikte Konya'ya yaptıkları bir gezide şahit olduklarını şöyle
anlatmaktadır anılarında:
"O gece iki medreseyi ziyaret ettik. Sağlıklı, güçlü,
gencecik öğrenciler, geleceğin mollaları medresenin avlusunda dizilmişlerdi.
Bunların yanında geniş cübbeli, beyaz ve yeşil sarıklı mollalar ve hocalar da
yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek, Mustafa Kemal Paşa'yı
selamlıyorlardı. Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa
Kemal Paşa'dan, medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat ayrıca, medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını
da rica etti. Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu belli oluyordu.
Ama medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca artık kendini
tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe
"Ne o," dedi, "yoksa
sizin için medrese, Yunanlıları yenmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı
değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde
dövüşür, yurt için canlarını feda ederken siz burara genç, sapasağlam
delikanlıları besiye çekmişsiniz!"
Mustafa Kemal konuştukça gözleri daha korkunç bir hal
alıyordu:
"Bu besili
delikanlılarınızın askere alınmaları için hemen yarın emir
vereceğim!"
Hocalar sindiler, ala yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi,
yabancıların, Rusların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı. Mustafa Kemal
Paşa bize dönerek, "Haydi
gidelim" dedi, "artık
burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı." Ve şöyle bir selam
vererek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı:
"Savaş sona erince onlarla
daha ciddi konuşacağız! Her şeyden önce onları mali dayanaklarından,
vakıflardan yoksun etmek lazım. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede
ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların varlık
kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son
vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar"
Mustafa Kemal Anadolu topraklarında şimdi gördüğümüz dinç,
sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17.000 medrese bulunduğunu söyledi. Bu
tam bir kolordu demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere
alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için
gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi. Bu devrimci adım, subaylar arasında
büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan
konusu haline gelmişti..."(6).
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in medreselerin
legalleştirilmesi konusunu gündeme getirmesi üzerine nedense, Konya'da Mustafa
Kemal Paşa'dan medreseler için çeşitli imtiyazlar isteyen o geniş cübbeli ve
yeşil sarıklı molla ile Çorum, Artvin ve Karaman'daki okul ve yurtlarında erkek
öğrencilere tecavüz edilen vakıflar(7)
ve "Kemalist ruhu, Kemalist
ideolojiyi müfredatımızdan ciddi bir şekilde arındırıp medeniyet değerlerini
içselleştirmiş bir müfredatı bu ülkenin en büyük sivil toplum teşkilatı olarak
ortaya koymamız gerekiyor”(8)
diyen eğitim sendikaları geldi gözlerimin önüne.
Ömer Sağlam
______________
1- http://www.hurriyet.com.tr/diyanet-isleri-baskani-mehmet-gormez-medreseler-legal-olmali-40065213,
2-
http://www.sabah.com.tr/yasam/2012/06/22/diyanet-1000-mele-atadi,
3-http://www.haberler.com/gormez-e-silvan-da-seyyar-jammer-li-koruma-8295274-haberi,
4- Daha geniş bilgi için bkz. http://www.turkishnews.com/tr/content/2012/09/03/balyozcu-pasadan-imam-ve-kuran-kursu-talebi/,
5-
1 nolu dipnot.
6-Semyon
İvanoviç Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları 1922-1923,
s,98-99, 3. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul,2014.
7-http://www.birgun.net/haber-detay/karaman-da-45-erkek-ogrenciye-tecavuz-106150.html,
8-http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/olcum-kemalist-ruhu-kemalist-ideolojiyi-mufredatimizdan-arindirmaliyiz-1155182/
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.