Mekke'de Dilenerek Cennete Gitmek ve Pakistanlaşmak Üzerine [Ömer Sağlam]
Hac; Müslümanların direk cennete uçuracak sihirli kelime!
Dünyada iken cenneti garantilemek için ellerinde ne var ne yok satıp paraya
çevirerek gittikleri kutsal sefer.
Hz. İbrahim'den beri aynı şekilde icra edilen bir ritüeller bütünü!
Hakkıyla edâ edip, geri yurtlarına dönünceye kadar cehennemi boylayacak bir
günah işlemezlerse kârda sayılacakları bir ibadet!
Ancak bunu çok az kişinin başardığına inanırım ben.
Çünkü hacda öyle manzaralar görürsünüz ki; sevap işlemek için gittiğiniz bu
topraklarda, günah işlemeden dönmeniz bazen Kaf Dağı'nı aşmak kadar zor
olabilir.
Bize haccın hep güzel yüzünü anlatırlar hocalar.
Niyet edip ihrama girdikten sonra, Arafat'ta vakfe yapıp bir de Kâbe'yi
ziyaret ettin mi tamamdır, artık sen anadan doğmuş gibi günahsız bir Müslüman
oldun!
Ondan sonra, açılsın cennet kapıları, gelsin huriler, gılmanlar, türlü
türlü nimetler, dolsun kadehler kevser şaraplarıyla!
İşte ulemadan bu fetvayı duyan Ümmeti Muhammed, hac zamanı gelince akın
akın, fevc fevc düşer yollara!
Ver elini Mekke!
Mekke; belki de Hz. Adem'den bu yana dünyanın en eski yerleşim yerlerinden
ve kutsal mekânlarından birisi.
En azından biz öyle bilir, öyle inanırız.
Gelin görün ki; bir de Mekke'nin öteki yüzü vardır ve o yüz bambaşkadır;
kapkaranlıktır hac zamanlarında.
Mekke'nin o yüzü, her türlü günahın ve yasak fiilin işlendiği bir yüzdür
aslında!
Eskiden beri hac zamanı aynı zamanda bir ticari fuar ve panayır zamanıdır
Mekke'de.
Merhum Mehmet Akif'in çevirisini yaptığı kitabında Mısırlı Alim Abdülaziz
Çaviş, bu manzarayı şöyle serer gözlerimizin önüne:
"Bu panayırlar yüzünden Mekke’ye nasıl bir yandan akın akın
seyirciler, toplum toplum alıcılar, küme küme ibadet edenler, zahidler, bölük
bölük şairler, hatipler, yığın yığın davacılar, hakemler gelirse; öte yandan da
-zamanımızın ticaret ve sanayi sergilerinde olduğu gibi-sayısız zina edenler,
hesapsız fahişeler, sınırsız ayyaşlar, sonsuz kumarbazlar toplanır; hâsılı Rum
memleketlerinin, Suriye’nin, Yarımadanın çengi, rakkase, şarkıcı adı altında ne
kadar şıllığı varsa hepsi birikirdi..."(1)
Öyle ya; dilleri, kültürleri, alışkanlıkları, gelenekleri birbirinden
farklı milyonlarca insanın aynı anda üst üste yığıldığı küçücük bir şehirde
istenmeyen olayların yaşanması zaten kaçınılmazdır.
Esasen aksi, insan tabiatına ve doğa kanunlarına aykırıdır.
Özetle; Abdülaziz Çaviş'in cahiliye dönemine ilişkin olarak anlattıkları
kadar olmasa da, hac zamanlarında hijyen ve çevre bakımından dünyanın belki de
en pis şehri Mekke'dir!
Özellikle Mina bölgesi!
Mina bölgesinin adeta bir çöplük olmasının sebebi, belki de şeytan taşlama
ameliyesinin yerine getirildiği yer olmasından, yani şeytanların burada
bulunuyor olmasından ileri gelmektedir; kim bilir!
Peki siz hiç, Avrupa'ya ve Amerika'ya şu veya bu sebeple giden
insanlarımızın aşı olduklarını hiç duydunuz mu?
Şahsen ben duymadım.
Gelin görün ki; hac ve umre için Mekke'ye ve Medine'ye giden
vatandaşlarımıza, Türkiye'den çıkmazdan önce mutlaka aşı yapılmaktadır.
Neden?
Çünkü, dünyanın en bilinmedik yerlerinden cennetin yolunu bulmak için gelen
milyonlarca insanın, yaşadıkları ülkelerde kol gezen bulaşıcı hastalık
mikroplarını Mekke ve Medine'ye getirmeleri ihtimali çok yüksektir.
Üstelik hac zamanlarında bu iki kutsal şehir, hijyen ve çevre temizliği
bakımından istenmeyen görüntülere bürünürler.
Kâbe'nin hemen yanı başındaki Zemzem kuyusunun bulunduğu alanda, su
musluklarının üzerine ağız ve burun ifrazatının (tükürük ve sümük) boca
edildiğini ve temizlenmeden öylece bırakıldığını söylersem, galiba her şeyi bir
güzel özetlemiş olurum!
...
Hac zamanı Mekke ve Medine'nin alışılmış ve geleneksel görüntülerinden
birisi de dilencilerdir.
Bu görüntü, Hz. Adem'den olmasa bile en azından Hz. İbrahim'den bu yana
binlerce yıldır belki de hiç değişmemiştir.
En azından bundan bir asır (yüz sene) önce de Mekke ve Medine'nin aynı
görüntülere sahne olduğunu biliyoruz.
Nereden biliyoruz?
Elbette konuyu ele alan kitaplardan.
Bu kitaplardan birisi de Falih Rıfkı Atay tarafından yazılmış ZEYTİNDAĞI isimli
kitaptır.
Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı sırası sırasında yedeksubay olarak
silah altındadır ve Suriye'de konuşlu 4. Ordu'nun kumandanı Cemal Paşa'nın
karargâhında görevlidir.
Gördüklerini ve işittiklerini harika bir dil ve üslupla anlatmıştır
kitabında.
Cemal Paşa ve Enver Paşa ile birlikte Medine'ye yaptıkları yolculuk
sırasında gördüklerini, bütün kaygılardan uzak, yani muhafazakârların mahalle
baskısından çekinmeden bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermiştir.
Anlattıkları büyük ölçüde doğrudur Falih Rıfkı Atay'ın.
Mekke ve Medine'de manzara bugün de aynıdır değişin hiçbir şey yok!
Değişen tek şey, çadırların ve toprak damlı ve hurma dallarından yapılmış
basit yapıların yerini, modern yapıların, gökdelenlerin, lüks otellerin,
develerin yerini ise son model arabaların almış olmasıdır!
Önceki görüntüler ise daha çok şehirlerin dışına, yani çöle sürülmüşlerdir.
Gelin görün ki; gelenekler ve görüntüler yine aynıdır.
Bir asırdır değişen hiçbir şey yok aslında.
Arap, 750 kişilik Jumbojet uçağına hâlâ deve nazarıyla bakmaktadır!
Sheraton ve Hilton otelleri Arabın gözünde hala sıradan birer bedevi
çadırıdır!
Müslümanlar işte bu karmaşanın, bu curcunanın, bu keşmekeşin içinde
Cennet'in yolunu bulmaya uğraşıyorlar Mekke ve Medine'de.
Sohbetimizin burasında sözü Merhum Faih Rıfkı Atay'a bırakıyoruz. Çünkü
sözün en güzelini, Türkçe'nin en nefis örneklerini o söylemiştir:
"Hintli, Buharalı, Afganlı, Cavalı... Medine eşrafının ipek entarisi,
bu kimsesiz gurbet adamlarının çürük, yağlı ve kokmuş paçavrasına sürtünerek
geçiyor.
Medine çarşısında ve sokağında Asya, Afrika, Anadolu dilenmektedir. Büyük
bir toprak kümesini oyunuz; kurum ve kül yığılmış bir ocağın karşısına kalın
hasır ve değnekten iskemle ve peykeler sıralayınız. Aksakalı kirlenmiş ve
porsuk etini bir tahta parçasına dayamış, boynu sarkık, pinekleyen adam, sonra,
iri, uzun ve zifire bulanmış çubuktan esrar çeken çekik gözlü çocuk ve kahvenin
önünde derilerini güneşe seren yarı iskeletler, hep hac yolunda kalmış
olanlardır. Sokaktakiler açlıktan ve ıstıraptan kapanmış göz kapakları üzerinde
bir gölge kararır kararmaz, parmaklarının kara kemiklerini dillerinin güç
döndüğü kelimelerle çatlak dudaklarını oynatıyorlar.
Kuveynat neresidir? İşte bu ihtiyar üç yıl önce cenneti arzulayarak oradan
yola çıktı. Kendisini yalnız Bombay’a kadar götürecek tren parası vardı. Fakat
Bombay ne dünyanın ucu, ne de Hicaz’ın eşiğidir. Altı ay, orada sokak sokak
dilendi. Birisi bir bilet sadaka etti. Şimendiferle Haydarabad’a geçti ve altı
ay Nizam medresesinde kazan dibi kemirdi. Haydarabad Emirinin iyi bir gününe
rast gelerek Cidde’ye kadar bilet sadakası aldı. Yollarda iki dost edinip on
gün birisinin, on gün ötekinin erzak torbasından karnını doyurdu ve nihayet
Arafat’a kavuştu ve sürüne sürüne Medine’ye kadar da geldi. Artık buradan
dönmeyecektir. Saçları ağarmış, yüzü eskimiş ve dişleri dökülmüştür. Şimdi onun
için cennet, Kuveynat’tır: Erişilmez, ulaşılmaz, varılmaz ve bulunmaz cennet,
ana, baba, oğul, uşak yurdu! Kim bilir belki bir küçük yuvası da vardı. Çarşıyı
dolaşıyorum. Herkes gümüş yüzük satıyor. Bu bir halkadır veya iki halkadır veya
üç halkadır: İkinci dükkân yeni bir şekil satmaz. Yan dükkânda bir Arap,
komşusu ile kavga ederken, ayağını sandığın içine basmış, parmaklarının
arasından zencefil taşıyor. Kafes ve kerpiçten çatılmış otelin odasında
bunaltıdan on adım bile atamıyorum. Toprak ve kafes evlerin arkasında hurmalar,
kerpiç sütunlar gibi uzanmış, hava bulmağa çalışıyor.
Mukaddes cihat, Osmanlı İmparatorluğu, Allah ve Peygamber: Hepsi birbirine
karışıyor. Gülmek istiyorum.
Otelde bir Buharalı çocuk yanımıza geldi. Geniş yüzlü, beyaz dişli, kısa
burunlu, konuşmak heveslisi bir çocuktu. Satılık külâhları elinden düşecek
kadar bize dalmıştı. Elindekileri sordu.
-Hacı külâhları! dedi.
Kimin yaptığını anlamak istedik.
-Medineli usta, cevabını verdi.
-Sattığın şeyden sana ne verir?
Küçük, göğsünün bütün nefesini boşaltan uzun bir ‘hiç’ ile boynunu büktü:
-Sade ekmek alırım; entari giyerim, dedi.
-Anan nerede? Baban kim?
Anası Mekke’de, babası Medine’de ölmüştü. Memleketini sorduk. Ruhunun bir
köşesini yırtmıştık. İsim söylemedi, yalnız:
-Sıcak değil, içinden su geçer dedi.
Hicaz hurması gibi Filistin zeytini de ancak para ile satın alınabilir.
Şakağa yapışmış yağlı saç parçasını bükerek can çekişen Kudüs hacıları, yağlı
hırkalarının çürümüş pamuğunu didikleyen Medine hacılarından daha bahtiyar
değildirler. İsa’nın açları da Muhammed’in açları kadar ve onlar gibi sürünmek
kaderlisidirler.
Yalnız Kudüs’te dilencinin çerçevesi ihtişamlıdır: Medine, dini
mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarı idi. Kudüs dini oyunlaştırmış
bir Garp tiyatrosudur. Kudüs’te oteller yarı kilisedir, uşakları yarı
papazdırlar ve hizmetçiler yarı hemşiredirler.
Rahat döşeğinde ölmeyen İsa’nın mezarı etrafında, çepeçevre, Müslüman
jandarmaları nöbet beklemektedir. Kilise içinin her parçasının bir başka
millete ayrılmış olduğunu yazmıştım: Her millet kendi yerini süpürür, yıkar ve
taşı üstüne yalnız o milletin ayağı basar. Birinin süpürgesi ötekinin taşına
dokundu mu, cinayet olur ve İsa’nın mezarına gözyaşı yerine kan sıçrar. Şişli
bastonlar gibi, Kudüs’te hançerli putlar vardır. İsa’nın mezarı, üstünü
temizlemek sevabı pay edilemediği için, toz-toprak içindedir. İpi koparak düşen
çanı hiç kimse kaldırıp yerine takamaz. Beytüllâhim Kilisesi de böyle idi:
Enver Paşa, kilise camlarının niçin kırık bırakıldığını sorduğu zaman, masraf
etmek sevabını milletlerin paylaşamadıklarını ve her teşebbüsün arkasından kan
ve kavga çıktığını söylemişlerdi. Başkumandan kiliseyi bir jandarma müfrezesi
ile sardırdı ve kilisenin pencerelerine yeni camlar ancak böyle
takılabildi."(2)
...
Anadolu Ajansı tarafından çekildiği anlaşılan aşağıdaki fotoğraftaki (3)
dilenci, şükür ki; Türk değil.
Ancak bizimkiler dilencinin üstlendiği yere bile damgasını vurmuşlar gibi.
Dikkat edileceği üzere; oradaki betona isimlerini kazımış bizim Hasan Çapkan
ile Hayri Çimen isimli hacılar!
Zaten fotoğrafın bulunduğu "Hira yolundaki dilenciler Türklere
minnettar" başlıklı Adem Demir imzalı haberde şöyle deniliyor: "Hira
mağarasını görmeye gelenlerden sadaka isteyen yüzlerce Pakistanlı'ya en çok
parayı Türkler veriyor. Bu nedenle Hira'ya çıkılan binlerce basamaklı yokuşun
her 10 metresinde bir durarak para isteyen Pakistanlı dilencilerin tamamı
Türkçe biliyor" yazıyor.
Gördüğünüz gibi, devletin resmi ajansı olan AA, Mekke'de dilenen çok sayıda
Pakistanlı dilenci olduğunu yazmış.
Son zamanlarda sık sık kullanılan "Pakistanlaşmak" tabiri böyle
bir şey midir yoksa?
Ömer Sağlam
_________
1- Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, MEB, Ankara, 2001, s. 62-66.
2- bkz.
http://aa.com.tr/tr/yasam/hira-yolundaki-dilenciler-turklere-minnettar/642447,
3- Abdülaziz Çaviş,
Anglikan Kilisesine Cevap, çev. Mehmet Akif, sad. Dr. Süleyman Ateş, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara, 1979, s. 16-22.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.