1
"Anılar garip,
kötülüğü bastırıyor ve şeylerin tadını koruyor. Hepimizi Küçük Asya toprağı
sevgiyle doğurdu. Bu sevgiyi kendimiz ve çocuklarımız için korumalıyız."
(Dido
Sotiriyu)
30
Ocak 1923 tarihinde Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Nüfus Mübadele
Sözleşmesi “Türk topraklarında yerleşmiş
Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman
dininden Yunan uyruklarının zorunlu mübadelesini (Exchange obligatoire)” ön
görmüştü.
Lozan
Barış Antlaşmasına ek yapılan Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ardından
insanların doğdukları toprakları terketmek zorunda kalışları yani nüfus değişimi bir insanın başına gelebilecek
en acı olaylardan birisidir. İnsanlar yüzyıllar sonra ev barklarını, yurtlarını
ve yakınlarının mezarlarını bırakıp çelişikli bir şekilde doğdukları
topraklardan sadece hatıralarıyla beraber anavatan diye saydıkları topraklara göç
ediyordu. Evlad-ı Fatihan (Balkan Türkleri) bir defa daha mübadil sayılıyordu.
Yazınımızda
mübadele edebiyatı yeni çıkan yapıtlarla daha da gelişiyor. Bu alandaki
araştırmalara gün geçtikçe başka edebi yapıtlar da ekleniyor. Benim ilk aklıma
gelen roman Feride Çiçekoğlu'nun Suyun Öte Yanı oluyor. Roman, Tomris
Giritlioğlu tarafından filme de çekilmişti. “Samiotisa (Sisamlı Kız)”ın hani sık sık söylendiği film:
Ne zaman Sisam’a
gidiyorsun
Denize nar taneleri dökeceğim Sisam
Kumsala gül yaprakları dökeceğim
Kayıkla nereye böyle
Altından yelkenler takacağım
Küreklerimi altından yapıp
Gelip seni alacağım
Üç benli Sisamlı kız
Kara gözlü
"Suyun Öte Yanı" Ege’nin iki
yakasından biri Yunanlı biri Türk iki ulustan insanın “özgürlük” için yıllar önceki değişimin tersine iki yakaya yine iki
ayrı vatana sığınmasının öyküsüdür. Feride Çiçekoğlu kaçış ya da arayış öyküsü
diyebileceğimiz Cunda (şimdi Alibey) Adası’nda geçen anlatıda anıları,
tutkuları, sevdalarıyla ortak geçmişe uzanır direnci ya da insanlardaki
değişimi bu insanların tarihinde varolmuş mübadele ve sürgün temasını işleyerek
kökleri gibi derinlere inen bir yazgıda birleşen ince bir mesaj yoluyla
aktarır.
Kemal
Yalçın “Emanet Çeyiz”, Canan Tan “Hasret”, Kemal Anadol “Büyük Ayrılık”, Figen Ünal Şen “Bir Avuç Mazi”, Yılmaz Karakoyunlu “Mor Kaftanlı Selanik” ile mübadele
konusunu ele almışlardır. Usta yazar Yaşar Kemal de “Bir
Ada Hikayesi” ile birbirini izleyen dört mübadele romanına el atar.
Mübadele,
karşılıklı iki ülkenin sinemasında da yer buldu. Son dönemlerde art arda
mübadele filmleri çekiliyor. Kimi edebiyat uyarlaması kimi ise özgün birer
sinema filmi olarak. Suyun Öte Yanı mübadele konusuna kapı aralayan ilk sinema
filmiydi. Ardından başka filmler de peş peşe geldi. “Bulutları Beklerken” (Yeşim Ustaoğlu), “Dedemin İnsanları” (Çağan Irmak), “Rüzgarlar” (Selim Evci) ve “Evdeki
Yabancılar” (Dilek Keser) bunlar arasında sayılabilir.
Rum
kökeni Arapça rumi sözünden gelir. Anadolulu demektir. Bıraktığı büyük izlerle
doğal olarak bölgenin edebiyatına da yansıyan mübadele Türklerden farklı
Yunanistan topraklarına geçen Rumlar tarafından “mültecilik” biçiminde yorumlanmıştır. Türkiye’de mübadeleye
ilişkin tesir aynı derece olmadığından örnekler de aynı zaman ve nispette
ortaya çıkmamıştır. Suyun Öte Yanı belki bu konuda bu tarafta kaleme alınmış andığımız
nadir örnekten birisi sayılmakta. Trajik takasın üzerinden geçen bir asır (30
Ocak 1923) nerdeyse bu acıklı hatıraları hala silemedi.
2
Bir kuş uçuyordu
Sisam’la Kuşadası arasında,
anlayamadım bir türlü Türk müydü Yunan mı,
bir başka yerden mi hangi milletten?
“Ey kuş, dedim, kimlerden olursun, hangi ülkeden?”
“Ben bir martıyım, dedi, yaşım evrenin yaşında,
ülkemi sorarsan: Yeryüzü, gökyüzü ve deniz,
sınırlarımı sorarsan: Topraktır, su ve hava.”
(Özdemir
İnce)
Karşı
yakanın, Türkiye’de yaşamış veya kökleri
Anadolu’da olan Yunan yazarların mübadeleye ilişkin yazınıysa Dido Satiriu’nun ünlü
romanıyla başlar. Satiriu, İzmir
Şirinceli bir Rum olan daha sonra Atina’ya göçetmiş Manoli Aksiyotes’in
anılarını büyük bir duyarlıkta aktarır:
"Anayurduna
selam söyle benden, Kör Mehmet’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya…
Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin… Ve kardeşi kardeşe kırdıran
cellatların, Allah bin belasını versin…”
Ardından
Yorgo Andreadis in “Pontus un Yitik Kızı”
adlı romanı da Tamama’nın başından geçenleri aynı biçimde yansıtır. Dimitri
Kakmioğlu da “Anayurt” adlı romanla benzer
bir hikayeyi anlatır.
Bu
değiş-tokuş bana da ya bir mübadil yakını olduğum için ya da insan olduğum için
olsa gerek tesir etmiş olayların başında geliyor. Vapurlarla günlerce süren
yolculuk, açlık ve sefalet, soğuk ve hastalıklar… Ben de yakınlarımdan birini bu yolculukta kaybetmiş
biriyim. Ben de Bursa'da yaşayan bir taraftan babadan 1951 muhaciri
(Bulgaristan/Zviştov) bir taraftan da
anneanneden 1923 mübadili olup
(Selanik/Langaza) aynı mağduriyeti yaşamış bir soya mensubum.
Aynı
yıkımı yaşamış bu ortak kaderi paylaşmış insanların anılarını içeren edebi
türlerin, kökenlerimle ilgili belgesel kitapların da mümkün oldukça
yayımlananlarını araştırıyorum. Kaynakları buluyor, kitaplığıma koyuyor ve
zaman zaman da bu konularla ilgili yazıyorum. Bazıları dolaylı yoldan mübadele
konusunu işlerler; mübadele olayına giden süreç o siyasal gelişmeler
katastrofinin perde arkasıdır.
1999
yılında meydana gelen deprem felaketlerinin hemen ertesinde ortaya çıkan bir
girişim sonucu kurulan Lozan Mübadilleri Vakfı (LMV) hem yayın hem de farklı
konularda teşvik ve destek amaçlı olumlu çalışmalar yapıyor. “Mübadele Öncesi ve Sonrası Eski ve Yeni
Adları ile Kuzey Yunanistan Yer Adları Atlası" adlı araştırma da
bunlardan birisi idi.
En
son yayınlananlardan Ari Çokona'nın "20.Yüzyıl
Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri" başlıklı kitap
detaylarıyla oldukça ilgimi çekti ve konular hakkında bilgi hazineme yeni
değerler kattı. Çokana atalarımın iskan edildikleri köylerden de bahsetmiş
hatta o kitabını okuduktan sonra kendisine annemin doğduğu Aynası (İnesi ve
Eğnesil) diye söz ettiği köyden çekilmiş resimler gönderdim. Köyün bugünkü adı
Özlüce’dir. Köy içinden bir dere geçer adı da İğnesi Deresi’dir. Anneannem bu
köye yakınındaki Dansara (bugünkü İrfaniye) köyünden gelin olarak gelmiş.
Aynası’da
Rumlardan kalma bir Kilise vardır. Müslümanlar tarafından da ibadethane olarak
kullanılmış. Belediyenin kültürevine
çevirdiği görkemli yapı daha sonra Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne devredilmiş,
bugün ise kaderine terk edilmiş. Duvarları Bizans ve erken Osmanlı’da sıkça
görülen almaşık örgü sistemiyle taş tuğlalardan yapılmış, oldukça dikkat çeken
bir yapıdır…
Karşı
yakadan akla gelebilecek ilk film ise Costas Ferris'in yönettiği "Rembetiko"dur.1923'te
mübadele kararının çıkmasıyla Yunanistan'a göç eden Marika ve ailesinin hüzünlü
hayat hikayesini anlatıyor. Yunanistan'a göç eden tüm Anadolu Rumları gibi
Marika’nın ailesi de Yunanistan'da hor görülürler. Pire'de sefil barakalarda
yaşamaya çalışırlar. Daha sonra annesi gibi bir rembetiko şarkıcısı olan Marika
(Sotiria Leonardou) özlemlerini, dışlanmışlıklarını, hüzünlerini ve
sefaletlerinin acısını, rembetiko şarkıları ile tüm dünyaya haykırır.
3
Dile
kolay tam 2 milyon insanı etkileyen Yunanlıların tanımıyla "Katastrofi" yani öyle büyük felaket bir daha umarız yaşanmak
zorunda kalınmaz. 94 yıl sonra mübadele anılarının yaratımı olan edebiyat ise
tek avunç kaynağımız. İki yakanın iki ayrı ulusunun paylaştığı ortak acıları
kaleme almış yazarların yapıtları iki yakanın halkınca da hep sevilip okunuyor.
Çoğu Küçük Asyalı mübadil olduğu bilinen Dido Sotiriu, İlias Venezis, Yorgo
Seferis, Kostas Politis ve Staris Dukas gibi yazarlar günümüzde Yunanistan’da
“30 Kuşağı” diye adlandırılıyor.
Ne demişti Sotıriyu, "Savaş
insanlar arasında uçurumlar açıyor… Önce Almanların daha sonra da müttefik
kapitalistlerin yayılıp gelişmelerine engeldi çünkü bu halklar... İki halk,
aynı toprak üzerinde bir arada doğup büyümüştük ve yüreğimize sorarsanız ne
onlar bizden nefret ediyordu, ne de biz onlardan..." Birarada yaşamış
iki halkın arasına düşmanlık tohumlarını serpen sömürgeciliğin gerçek yüzünü
aydınlatan kitap o nedenle "Benden
Selam Söyle Anadolu’ya” adını taşıyordu. Yani “Matomena Homata (Kanlı Topraklar)”.
“Yunus Emre’ye Selam” isimli
kitabında dostluk üzerine “Biz Anadolu
Türkleri dost deyince derinden duygulanır, küçük kaygıların, çıkarların
üstünde, uğruna can feda edilen, insanın en temiz yanını, insanlığın özünü
yansıtan bir varlık düşünürüz. Dosta inanır, dosta güvenir, dosta açılır insan.
Tanrının insanlığı, insanın tanrılığı gibi bir şeydir dost. Dost dünyanın tadı,
yüreğin göz bebeğidir. Dost hem içinde, hem dışındadır insanın, hem çok uzaklarda
hem yanı başımızdadır.” demiştir Sabahattin Eyüboğlu.
Sabahattin
Eyüboğlu'nun, Azra Erhat'ın, H.Balıkçısı'nın düşünceleriyle edebiyatımıza
taşıdığı Ege Denizi'nin bir barış denizi olması umudunun özeti. Eyüboğlu, karşı
yakaya uzattığı zeytin dalıyla insancıl yüklü “Mavi ve Kara’dan (Bizim Anadolu)”nın dizelerinde karşılık veriyor:
“Bu memleket bizim
olduğu için bizim, fethettiğimiz için değil. Aramızda dışarıdan gelmeler
çoğunluk olsa bile -ki değil elbette- kaynaşmış, halleşmiş hepsi. Fetheden de biziz
artık, fethedilen de. Eriten biziz, eriyen de. Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu
topraklar da bizi. Onun için en eskiden en yeniye ne varsa yurdumuzda öz
malımızdır bizim.”
1970'li,
1980'li yıllarda Türkiye'de en çok okunan kitaplardan birisi oldu "Benden
Selam Söyle Anadolu'ya". Dido Sotiriyu’ya da, Abdi İpekçi Türk Yunan
dostluk ödülünü de kazandırdı. Ve mübadelenin yıldönümünde Yannis Ritsos’un
şiiri başta Ege’nin iki kıyısından tüm dünyaya yayılıp sonsuza kadar sürecek “dostluk ve barış” mesajı oluyor:
Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.
Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.
Tamer Uysal