YENİ OSMANLICILIK
Son yıllarda, ülkemizin başına “Yeni Osmanlıcılık” denen A Kal P çıkışlı bir
bela sardırıldı. Bu akım, Ahmet Davutoğlu’nun etkin olduğu dönemde iyiden iyiye
dışa vuruldu. A Kal P içinde, Recep Bey’in izni olmadan tek adım
atılamayacağını uçan kuşlar kadar sıçrayan çekirgeler de bilir. Tabii ki tüm
dünya da… Bu nedenle emperyalist bir sözcük olan “Osmanlıcılık” söylemlerinden hepsi
de Osmanlı gibi emperyal ruhlu olan; Rusya, İran, ABD, Ermenistan, Yunanistan
ile diğer Avrupa devletleri çok rahatsız oldu. Osmanlıyı ders kitaplarında “Katil!”
olarak anlatan Suriye, Suud, Mısır ve Irak Araplarını da hoşnutsuzlar listesine
eklemek gerek.
İhanet ettikleri Osmanlıyı arkadan vuran Araplar, suçlu
icat etmekte yalnız değil. Kendi ahlaksızlıklarını daima başkalarına mal etmeye
alışkın Ermenilerle Yunanlıların, sahte belge ve hayali olaylar içeren ders
kitapları da en az onlar kadar suçlayıcı…
ÜLKEMİZDEKİ DERS KİTAPLARINDA OSMANLI
Türkiye’mizdeki tarih dersi kitaplarıysa en az onlar kadar ilginç. Yalnız bu
ilginçlik onlar gibi dışa değil, içe dönük. Yıllar boyu okullarımızda, Osmanlı
hakkında çok az şey bilen ve genelde Ermeni asıllı tarihçi Emin Oktay ile onun
ekolünden gelen tarihçi olmayan
tarihçiler tarafından yazılmış ders kitapları okutuldu. O kitaplarla
yetişenler ”fatih, fatihan, fütuhat” sözcüklerini duyduklarında “Has dur!”
komutu almış mehteran gibi mest oldular. Onlardan beteriyse tarihle dogmayı birbirine
karıştıran Osmanlıcıların yazdığı ipe sapa gelmez, düzmece kitapları okuyanların
durumudur. Bunlar, hep birlikte atlarına atlayıp “dıgıdık dıgıdık” koşturarak; yenilgiler,
enayice anlaşmalar ve padişah efendilerin sağa sola armağan ettiği Osmanlı topraklarını
yeniden fethetme sevdasındadırlar. Akılları hep belli yerlerde olduğu için
adaları unuturlar. Atları “Dıgıdık dıgıdık” koşturanlar, denizleri de “şılap
şılap” yüzerek geçecekler herhâlde…
ORDİNARYÜS BİLİM ADAMLARINDAN ÇAKMA TARİHÇİLERE
Liselerimizde 1950 yılına dek Prof. Dr. Arif Müfit Mansel, Prof. Dr. Mehmet Cavit
Baysun, Prof. Enver Ziya Karal’ın birlikte kaleme aldığı tarih kitaplarıyla yine
Prof. Karal’ın tek başına yazdığı tarih kitapları okutulurdu.
1950’den itibaren, yani Demokrat Parti iktidara gelince
işler değişti. Lise tarih derslerinde çok sayıda yazarın müşterek imzalı tarih
kitaplarıyla Emin Oktay, Enver Behnan
Şapolyo ve Niyazi Akşit’in tek başlarına yazdıkları kitaplar ön plana çıktı. Eskilerden
yalnızca Karal’ın kitapları o da bir süreliğine kullanıldı.
“EMİN OKTAY TARİHİ”NİN DERS KİTAPLARI
Yine
bu dönemde yıldızı parlayan Emin Oktay, neredeyse tüm okullarda okutulan tarih derslerine
ambargo koyduğundan, Türk ordusuna subay yetiştiren okulların envanterinde bile
onun kitaplarını gördük.
Emin Oktay’ın tarih kitapları “ne menem şeydir”
derseniz, içeriklerinde Ermenilerin yaptığı “Türk soykırımı” yoktur. Yunan’ın
yaptığı “Türk soykırımı” da “yok derecesinde” geçiştirilmiştir. Avrupa’dan,
Balkanlardan, Rusya’dan, Kafkaslardan, Arap ülkelerinden Anadolu’ya yapılan ölümcül
göçün de esamesi okunmaz. Kimlik değiştirerek yad ellerde kalan Türklerin trajik
durumundan söz edilmeye gerek görülmemiştir. Arapların ihaneti buharlaşmış, bilinen
Türk tarihinin en büyük savaşı olan “İstiklal Savaşı” ve sonrasınaysa emaneten değinilmiştir.
Bu kitaplara Emin Oktay’ın yazdığı tarih dersi kitabı demek yanlış olur. Sözün
doğrusu, “Emin Oktay Tarihi”nin ders kitapları olmalı.
Özetlersek, o kitaplarla yetişen nesillerin önemli bir kısmı,
kendi çabasıyla gerçekleri öğrenene dek, gereksiz bir Osmanlı hayranlığına
saplandı. Kalan diğerleriyse ilk, orta ve lisede müfredat hazretlerinin
marifetiyle döne döne Osmanlıyı okuyunca tarihten nefret etti.
KIYASLAMA
Demokrat Parti’nin eğitime el attığı yıla kadar, okullarda okutulan tarih
kitaplarını yazan kişilerin kimliğine bir kez daha bakın. Hepsi bilim
dünyasının kabul ettiği saygın insanlar. Ordinaryüs unvanına ulaşmış gerçek profesörler.
Sonra da dönüp, günümüz yandaş medyasının kadrolu iftiracılarına bakın. Elinde
tuttuğu kitapta var olmayan sözleri, varmış gibi gözümüzün içine baka baka okuyan
Mustafa Armağan gibilerden söz etmemi ister miydiniz? Hangisini anlatayım? Kimi
fesli deli kimi de Allah’tan korkmayıp kuldan utanmayan iktidar dalkavukları… İlginç
olansa şu; bunlara inanabilecek kadar akıl yoksunu koca bir zümrenin olması. A
Kal P Hükûmetleri, ülkemizin eğitim sistemini 1950’den sonra iktidara gelen hiçbir
hükûmetin bozamadığı şiddetle bozdu, mahvetti.
“Kötü tohumun meyvesi de kötü
olur” derler ama görünen şu:
Eğitim ağaçları artık meyve vermiyor.
OSMANLIYA METHÜSENA
Osmanlıcı yazarlara göre Osmanlı öyle adil, öylesine müşfikmiş ki sorma gitsin.
Birinin bağına izinsiz girip de bir şey alırlarsa parasını ağacın dallarına
asarlarmış. Edirne’de aynı öykü, İstanbul’da aynı öykü, Macaristan’da aynı öykü…
Bir de öve öve yazıp anlatıyorlar bunu… Hani mal sahibinin rızası? Sanki parayı
dala asmakla yaptığı iş hırsızlık olmazmış gibi… Kadılar öyle adalet dağıtırlar
öyle hakkaniyetli kararlar verirlermiş ki… Uzatmayayım, masallar bile bu
anlatılanların yanında daha gerçekçi kalır.
OSMANLI ve BİLİM
Osmanlı; bilimde, pardon bu sözcüğü de beğenmezler, ilimde öylesine ileri
gitmiş ki… Hah, tam bu cümlede bir soru sorayım. Söyleyin Allahaşkına, hangi
ilimde? Bana doğru dürüst bilimsel bir buluş söyleyin de şaşayım.
Her şeyi başkalarından almışlar. Yere göğe koyamadığımız Sultan Fatih’in toplarını
bile… Araştırın, bakın, Cenevizli Donar Usta’yla Macar Urban Usta’nın yaptığını
göreceksiniz. Trenle otomobili, planörle uçağı Osmanlı mı icat etmiş? “Uçan
bilimcimiz Hezarfen Ahmed Çelebi”yi padişah fermanıyla ne yapmışlar? Ne olacak,
adamcağız canını zor kurtarmış. O da araya girenler sayesinde… Herkes Padişah
IV. Murad’ın cömertliğini ballandırır ama işin aslı şudur. "Pek korkulacak bir ademdir. Her ne
dilerse elinden gelir. Böylelerinin bekası caiz değildir." diyen IV. Murad,
onu ölene dek kalması kaydıyla Cezayir’e sürmüştür.
“Hıdiv Kasrı”nın kulelerinden Rusya’yla haberleşileceği
dedikodusu yüzünden, dönemin padişahı olan II. Abdülhamid’in kule inşaatını
durdurma komikliğini ancak fıkralarda bulabilirsiniz. Örnekler o denli çok ki,
daha fazlasına ulaşmak isteyenler Osmanlı arşivlerine girsin.
İlimmiş, ne ilimi?
Birkaç yüz el yazması ve matbaa
geldikten sonra basılan birkaç kitapla mı ilimde ilerlemiş Osmanlı?..
Matbaa bile Avrupa’dan yüzlerce yıl sonra gelmiş. Yeni Osmanlıcılar
buna bile itiraz eder. Her zaman yaptıkları gibi çarpıtarak, matbaanın gecikme
öyküsünü Atatürk ve Atatürkçülerin yalanı diye sunmaya çalışırlar. Bu Osmanlıcıların
çoğu Osmanlı tarihini bilmez ama o tarihin, dedelerinin mezar taşlarında yazılı
olduğuna da kesinkes inanırlar. İnananlar çok saf, inandıranlarsa tam bir
tilkidir. Bu kanma, kandırılma eylemleri son yıllarda öylesine arttı ki, tarih
sayfalarından çıkıp, A Kal P Hükûmeti’ne slogan oldu.
OSMANLI ve TEBALARI
Osmanlı padişahları öyle vizyonsuzdur ki; Avrupa, Afrika ve Anadolu dışındaki
Asya topraklarını ihya ederken Anadolu’ya yanaşma muamelesi yapmışlardır. Savaş
hâllerindeyse ölüme koşturulanlar, yanaşma gözüyle görülen o halk, yani Türkler
olmuştur.
Türkler ha bire savaşlarda şehit düşerken; Ermeni, Rum,
Süryani, Levanten ve Avrupalı diyebileceğimiz diğer Osmanlı halkı ticaret
yoluyla sürekli zenginleşmiştir. Oh be ne âlâ… Askere gitmezsin, servetine
servet katarsın. Düşmanın işgal ettiği yerlerdeysen zaten canına, namusuna
dokunulmaz, işgalciler tarafından koruma altına alınırsın. Tabii ki sen de boş
durmaz, karşılığını verirsin. Onlara hizmet, Osmanlıya da ihanet edersin.
Dedelerim de Osmanlı subayıydı. Dedelerim de Osmanlı
devlet adamıydı. Rahmetli babacığım da Osmanlı çocuğuydu. Doğruları yazmaz,
doğruları konuşmazsam onlara ihanet etmiş olurum. İhanetse Allah’a inananların
harcında yoktur. Osmanlının aslı olması gereken Türkler; hayran olduğum,
ruhlarına her gün fatiha okusak da haklarını ödeyemeyeceğimiz, fedakâr ve
cefakâr insanlardır. Şu dünya hayatında rahat yüzü görmemiş, yavuklusunu tam
olarak sevememiş, evlatlarınıysa ancak, o da gömüldükleri yerleri
bulabilmişlerse mezarlıklarda sevebilmiş bahtsız insanlardır onlar.
Padişah efendileri rüyasında niyetlenir, sabah yüzünü
yıkamadan savaş ilan eder, itiraz eden vezire “Bire mel’un!” dedikten sonra ya
azleder ya da kafasını uçurtur, Osmanlının asli halkı Türklerse beyefendinin rüyası
gerçekleşsin diye can verir. Hak mı bu?
Sevgili Yeni Osmanlıcılar, doğru oturup doğruyu
konuşmak gerek. Hiçbir kurum, olay ve insana, olduğundan fazla önem atfetmemek
gerek. Böyle yaparsanız, gerçekten önemli olanları gelecek nesillerin gözünden
kaçırmış, tarihi çarpıtmış, geleceğimiz olan çocuklarımızın ders almasını
engellemiş olursunuz.
KAÇ PADİŞAH
Bu “Yeniciler”e kaç Osmanlı padişahı vardır diye sorsanız, onu da bilmezler.
Ben
sordum, hâlâ da sormaktayım. İnanmazsanız deneyin.
Şu saniyeye dek rastlamadım ama en kültürlüsünün
verebileceği rakam 36’dır. Çünkü birisi öyle yazmış, ardından gelen herkes onu postulattan
saymış.
Osmanlıcıdırlar ama o 36’yı da ancak birkaçı bilir.
Olur a, belki birisi akıl eder de sorar:
“Peki bu sayının neresi yanlış?”
Onu da anlatacağım ama sırada "padişah efendimiz (!)" var.
PADİŞAH KİMDİR
Önce şunda anlaşalım. Dağı, taşı, akarsuyu, gölü, denizi, havası yani kısaca
toprağın alt ve üstündeki her şeyiyle padişahın malı olan Osmanlı İmparatorluğu;
ona babasından, babasınaysa kendi babasından kalmıştır. Bu silsile ta Osman
Gazi’ye kadar sürüp gider. Yukarıda saydıklarımın içinde; arsalar, tarlalar, cami,
saray, kulübe, ev, han, hamam gibi tüm taşınmazların da olduğunu göz ardı
etmeyin. Cebinizdeki parayı, babanızdan kalan mirası da… Yalnız onları mı? Hayvanları
da… Bu hesaba insanları da dahil edin. Evet! Evet evet! Tüm insanları da… İnsan
hayatını da…
Söyler, anlatır, hayali destanlar düzerler ama Osmanlıda
insanın hiç önemi yoktur. Herkes padişahın tebasıdır, kuludur. Padişahların halka
hitabında kullandıkları sözcük, “kullarım”dır. Gerçi ben, Allah’tan başka
kimsenin kulu olunamayacağını öğrenerek yetiştim ama 21. Yüzyıl Türkiye’sinde hâlâ
padişaha kul olmaya can atan ve Müslüman olduklarını iddia eden insanların
varlığına da onlar adına şaşarak, şahit oluyorum.
Oysa o yalan yanlış dediğim bilgiler üzerinde bile biraz düşünseler, benimle aynı sonuca varacaklar. Nedense hem okumazlar hem de her doğruya itiraz ederler.
Söyleyin Allahaşkına, haksız mıyım?
Bu konu burada bitmez.
Sonraki yazının konusu da bu "Osmanlıcılar" olmalı.
Yüce Allah nasip ederse...
Günay Tulun