İsmet Paşa'nın Kırk Basamak Merdivenli Şahnası [Ömer Sağlam]
Hatırlanacağı gibi; İYİ Parti Genel
Başkanı Meral Akşener'in geçenlerde Trabzon mitinginde sarf etmiş olduğu "Rahmetli İsmet İnönü’nün ruhuna Fatiha
okunur hale getirdiniz milleti. Öyle yasakçı bir zihniyetle yönetiyorsunuz ki
utanmasanız teyzelerin kısır ve altın günlerine dinleme memuru
gönderecekseniz" şeklindeki sözleri, malum (yandaş) medya tarafından
alabildiğine istismar edildi. CHP'nin bu durumu Meral Akşener adına sadece "yol kazası" şeklinde
yorumlaması ise adeta CHP'nin, siyasi çıkar için İsmet Paşa'yı gözden çıkarması
olarak yorumlandı yine aynı medya tarafından.
Oysa, Cumhurbaşkanı'nın sık sık dile
getirdiği üzere; hiç kimse "la yüs'el" değildir. Yani hiç kimse
sorumsuz değildir. İsmet Paşa ve dönemi de buna dahildir, tenkit edilebilir,
edilmelidir de. Ancak insaf ölçüleri içinde ve objektif bir şekilde. Öyle, tek parti camileri yıktı, yaktı, sattı,
ahır yaptı, meyhane yaptı, parti binası yaptı, din adamlarını astı, hapislere
attı, ezanı yasakladı diye söze başlarsanız, kusura bakmayın; aklı başında hiç
kimse inanmaz size. Öte yandan dönemin şartlarını dikkate almaksızın yapılan
tenkitler de gerçekçi olmaz.
İsmet Paşa, Atatürk'ün ölümünden bir gün
sonra olmak üzere 11 Kasım 1938 günü Cumhurbaşkanı olmuştur. Hem de bugünkü iktidar partisinin ısrarla,
devamı olduklarını söyledikleri Demokrat Parti'nin kurucu lideri Celal Bayar'ın
önerisiyle. Çünkü Celal Bayar o tarihte Başbakandır. Yani ülkenin ikinci adamı.
Atatürk ile İnönü'nün araları açıktır o tarihlerde.
İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanı olduğu
zaman, ülke dersim İsyanı gibi bir badireden yeni çıkmıştır, Hatay'ın anavatana
bağlanması çalışmaları devam etmektedir ve en önemlisi de İkinci Dünya
Savaşı'nın ayak sesleri yakından işitilmektedir. Stalin yönetimindeki Sovyetler
Türkiye'den toprak istemektedir. İsmet Paşa ise, 15 yıl önce verilen Milli
Mücadele'den perişan bir halde çıkan Türkiye'yi yeni bir savaşa sokmamak için
çareler aramakta, kıvranıp durmaktadır. Cumhuriyetin ilanının üzerinden henüz
15 yıl geçmiştir, inkılaplar benimsenmeye/benimsetilmeye çalışılmaktadır.
Gerici akımlar ve yerli işbirlikçiler pusudadır. Atatürk gibi deha sahibi bir
adam da yoktur artık.
Ülkenin durumu hiç de iç açıcı değildir
ve her şeye ihtiyaç vardır. Yoksunluk-yoksulluk diz boyudur. Halk, sıtma başta
olmak üzere çeşitli hastalıklarla boğuşmaktadır. Halkta uyuz salgını vardır.
Henüz en iyi uyuz ilacı katran, en iyi temizlik maddesi kil veya kül'dür
Anadolu kırsalında. Özetle; Cumhuriyet henüz kendisinden emin değildir.
Böyle bir ortamda izlenecek en akılcı
politika, sıkı tedbirler almak ve otoriter bir yönetim sergilemektir. 15 Temmuz
2016'dan sonra sergilenen yönetim de aynı değil midir? Ülkemiz iki yıla yakın
süredir olağanüstü hal yönetimi ile yönetilmektedir. Dolayısıyla; İsmet Paşa da
aynısını yapmıştır. Halka yeni yükümlülükler getirmiş, önceki yükümlülükler ise
tavizsiz, hatta jandarma dipçiği eşliğinde uygulamaya devam edilmiştir.
Varlık Vergisi
Konuyu enine boyuna inceleyen gazeteci
Ayşe Hür'e göre; (Refik Saydam'ın beklenmedik vefatı üzerine göreve gelen) Saraçoğlu
hükümetinin ilk icraatı, beklentileri karşılamayan Milli Korunma Kanunu'nun
yerini alacak Varlık Vergisi Kanunu'nu çıkarmak olmuştur. 11 Kasım 1942
tarihinde kabul edilen kanuna göre bazı varlıklı kesimlerden bir defalık
olağanüstü servet vergisi alınması öngörülmüştür..
Ayşe Hür, verginin
uygulanışını da şu şekilde açıklamaktadır: "Halkın çoğunluğunun, Aka Gündüz’ün aktardığı gibi
gaddarane duygularla olmasa bile muhtemelen büyük memnuniyetle karşıladığı
kanunun metninde ‘gayrimüslim’, ‘Müslüman’ gibi ayrımlar yoktu ama dönemin
İstanbul Defterdarı Faik Ökte’ye göre uygulamada yükümlüler, Maliye
Bakanlığı’nın belirlediği dört gruptan birine göre vergilendirildiler: M grubu
(Müslümanlar) takdir edilen matrahın (vergiye esas alınan miktarın) yüzde
12.5'ini; G grubu (gayrimüslimler) yüzde 50'sini; D grubu (dönmeler) yüzde
25'ini; E grubu (ecnebiler) yüzde 12.5'ini ödemekle yükümlüydü. Çiftçiler de
yüzde 5’ini ödeyeceklerdi.18 Kasım
1942’de vergi listeleri yayımlandığında görüldü ki, Varlık Vergisi’nin
yüzde 70’i İstanbul’daki mükelleflere tahakkuk ettirilmişti. Bunların da yüzde
87’si gayrimüslimdi. Gayrimüslimlerin mali güçleri ile uygulanan vergi oranları
Müslümanlara uygulananlara göre yüzlerce kez daha ağırdı. Gayrimüslimler
arasında da Ermenilerin vergisi en yüksek orandaydı."(1)
Ağnam Vergisi (Kapcur)
Osmanlı
döneminden beri uygulanan ve Fatih Kanunnamesinde üç koyundan bir akçe şeklinde
yerini bulan daha sonraki zamanlarda iki koyundan bir akçe şeklinde yükseltilen
Ağnam Vergisi (Koyun Vergisi) de(2) Milli Şef döneminde tavizsiz bir şekilde
uygulanmıştır.
Üstelik
sadece koyunlardan değil, hemen hemen bütün evcil hayvanlar üzerinden
alınmıştır. Canlı
hayvanlardan alınan bu vergi, Milli Mücadele'nin yürütülmesinde sınırlı
sayıdaki mali kaynaktan biri olup, Türkiye Cumhuriyeti'nde planlı dönemin
başına kadar uygulanan bir vergi türüdür. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de
uygulanan dini kaynaklı tarihi bir vergi niteliğinde olan bu vergi, canlı
çiftlik hayvanlarından hayvan başına maktu olarak alınan bir vergidir.(3)
Halk
arasında "Kapcur" olarak
da bilinen ve 1962 yılında yürürlükten kaldırılan ve ilk kabul tarihi 24.04.1920 olan
"Ağnam-ı Resmiyye Kanunu"nun konusu, kanunun birinci maddesinde şöyle
ifade edilmiştir:
"Türkiye
Cumhuriyeti hududu dahilinde bulunan bilûmum davarlar, develer, sığır ve
mandalar, at, idiş, kısrak, katır, eşek ve domuzlar bu kanun mucibince vergiye
tâbidirler. Bu kanun mucibince mükellefiyet, her sene kayıt müddetinin hululile
terettüp eder ve taksit müddetlerinin hitamından sonra hiç bir hayvan hakkında
mektum muamelesi tatbik olunamaz. Malî sene girdikten sonra ecnebi
memleketlerden Türkiye dahiline ithal edilen hayvanlardan o sene için vergi
alınmaz"(4)
Verginin tahakkuk, tarh ve tahsil şekli
ise söz konusu kanunun 4. maddesinde şu şekilde açıklanmıştır:
"Vergi
hayvan başına alınır. Hayvanların nevi ve adedi her sene hayvan sahiplerinin
beyanlarına müsteniden şehir ve kasabalarda mahalle ve köylerde köy ihtiyar
meclisleri tarafından kayıt ve tesbit olunur. Hayvanlar beşinci maddede yazılı
kayıt müddeti içinde hangi mahalle veya köyde bulunursa o mahalle veya köyde
kaydedilir. Geçici hayvanların kaydı, kayıt ve yoklama müddetleri zarfında ilk
tesadüf edildikleri mahalde yapılır. Bu hayvanların vergileri taksite tâbi
tutmaksızın tahsil veya kat'î teminata raptolunur. Her sene nisan iptidasından
on beş gün evvel valiler, kaymakamlar, nahiye müdürleri, köy ihtiyar
meclislerine kayıt zamanının yaklaştığını, hayvanların kayıt ve tesbiti için
matbu defter ve ilmühaberleri almamış iseler gelip almalarını ve kayıt ve
tesbit muamelesini usulü dairesinde ve muntazam surette zamanı geçmeden
yapmalarını ve okur yazarları bulunmıyan köy meclislerine civar köylerden okur
yazar kimselerin yardımlarını temin zımnında ittihaz edecekleri tedbirleri
tahriren ve şifahen bildirmek vazifesile mükelleftir."(5)
Yol
Vergisi
Milli Şef döneminin acımasızca
eleştirilmesine sebep olan yükümlülüklerden birisi de halk arasında "Yol Parası" olarak da
bilinen Yol Vergisi'dir. Bu vergi de aslında Osmanlı döneminden beri uygulanan
bir vergi idi. Ülkedeki yolların ve ulaşım ağının yapılması için getirilen bir
yükümlülüktü. Muhafazakar yazarlar, Hicaz Demiryolu'nun çok ucuz yapıldığını ve
bunun II. Abdülhamid'in başarısı olduğunu söylerler. Gelin görün ki; bu yolun
yapımında vatandaşın ücretsiz emeğinin
kullanıldığını genelde görmezden gelirler bu kesinin yazarları.
Dediğimiz gibi bu vergi de, gerek Milli
Mücadele yıllarında gerekse sonrasında kat'i biçimde uygulanmıştır. "Tarik Bedeli Nakdisi Hakkında
Kanun" adıyla 21 Şubat 1921
tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilerek uygulamaya konulan ve para esasına dayanan kanunla 18–60 yaş
arasındaki erkekler vergi ile yükümlü kılınmışlardır. Ancak sakatlığını rapor
ile ispatlayan fakirler, silah altında bulunanlar, verginin toplanmasında görev
alacak imam ve muhtarlar vergiden muaf tutulmuşlardır. Vergi mükelleflerine nakden
ödeme ya da yol yapımında bedenen ve ücretsiz çalışma şeklinde ödeme
seçenekleri sunulan vergi, gelir seviyesine bakılmaksızın her erkek vatandaştan
eşit oranda tahsil edilmiştir. Yükümlülükten kaçanlar valiliğin izniyle
jandarma nezareti altında istihdam edileceklerdir (17.Madde). Bu nedenle vergi
zamanı gelip de jandarma ile köylere giden tahsildarlar ve vergi toplamada
görevli muhtarlar kırsal kesimde korku duyulan, sevilmeyen kişiler haline
gelecektir. Bu yükümlülük 1952 yılında kaldırılmıştır.(6)
Toprak
Mahsulleri Vergisi
Milli Şef döneminin acımasızca
eleştirilmesine sebep olan bir başka vergi türü de Varlık Vergisi'nin
kaldırılmasını müteakip 1944 yılında 4553 sayılı kanunla uygulamaya konulan
Toprak Mahsulleri Vergisi'dir. Söz konusu vergi, 1925 yılında uygulamadan
kaldırılan Aşar'a rahmet okutacak şekilde uygulanmıştır. Aslında zengin toprak
sahiplerini hedef alan vergi, uygulamada fakir fukara köylüleri ezen bir şekle
dönüşmüştür. Söz konusu vergi, uygulamada o denli huzursuzluk yaratmıştır ki;
1946 yılında kaldırılmak zorunda kalınmıştır.
Varlık Vergisi ile Toprak Mahsulleri
Vergisi'nin, İkinci dünya savaşı
yıllarında olmak üzere kısa süre uygulanıp kaldırıldığını düşünürsek, bu iki
vergiyi, bahse konu savaşın etkilerini en az hasarla savuşturmak ve ülkeyi
savaşa sokmamak maksadıyla alınan tedbirlerin zorunlu bir sonucu gibi
değerlendirmekte fayda vardır. Ancak uygulama o kadar katı ve ceberrut bir
şekilde olmuştur ki; o yıllara ait hikayeler, hâlâ birer darbı mesel gibi
anlatılmaktadır Anadolu'da.
Varlık vergisini konu edindiği yazısında
Ayşe Hür diyor ki; "Gazetelerde suçlananlar başta Yahudiler olmak üzere gayrimüslim
zenginlerdi, ama ‘savaş zenginleri’ yaratan politikaları yüzünden halk Başbakan
Refik Saydam’dan da adeta nefret ediyordu. Hava böyleyken Refik Saydam 7 Temmuz
1942 gecesi aniden öldü. 9 Temmuz 1942 günü hükümeti kurmakla görevlendirilen
Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos’taki güven oylamasından sonra şöyle dedi: 'Biz
Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan
meselesi olduğu kadar ve laakal (en az onun kadar) bir vicdan ve kültür
meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz
ve her vakit bu istikamette çalışacağız!'”(7)
Toprak Mahsulleri Vergisi'ni konu alan bir haber
analizde; "Şahna...
Yakın geçmişe kadar köylünün en büyük korkusuydu bu kelime...
Şahna gelirse köylü aç kalıyordu
ve o Şahna hep geliyordu... Şahna tek partili yani CHP'li yıllarda
köylerden vergi toplayan memurlara verilen isimdi..."(8) denildikten sonra
yazılı kaynaklardan alıntı ile şunlar aktarılmaktadır:
"Vergiyi
tahakkuk ettirmekle görevlendirilen memurlar, ürünün henüz tarlada bulunduğu
sırada ve tarla başında tahmin yapıyor. Bu tahmine göre ürünün 10'da 1'i vergi
şeklinde tahsil ediliyordu. Vergiye 'yeşil vergisi' adını köylüler bu sebeple
takmışlardı. Tarla başında görevlendirilen memurlar genelde bu konulardan
anlamayan kimselerdi, rastgele görevlendirilmişlerdi, tahminlerinde büyük
hataya düşüyorlardı. Tahmine gelen memurların keyfi tutumlarından ve rüşvet
taleplerinden de halkın şikayetleri vardı...(9)
Tarladaki revaklardan (yığın-küme) kaç timin buğday çıkar? Tahsildar şöyle göz
ucuyla bakar, 'buradan 10 timin çıkar' der. Şayet 5 timin çıkarsa, köylü 5
timin de başkasından bulup vermek zorunda. Yoksa 'vergi kaçırmaktan' suçlanır,
hapis yatırılır. Şahna (vergi memuru) gelirdi. Harmanı savurur bekleriz. Şahna
gelir mührü vurur. Herkes kendi malını hırsızlık yaparak alırdı. Çoğunu hükümet
alır, azını bize verirdi "(10)
...
Şimdi denilecektir ki; bunlar yalandır.
İsmet Paşa'yı ve CHP'yi kötülemek ve karalamak için yazılan şeylerdir. Hayır;
yalan değil, gerçektir. Zaten söz konusu haberde de "İkinci Dünya Savaşı
tüm hızıyla sürüyordu.. Milli Şef yönetimindeki CHP Türkiye'yi derin bir krize
sürüklemişti."
denilerek, İsmet Paşa tarafından uygulamaya sokulan söz konusu tedbirlerin,
İkinci Dünya Savaşı'nın etkisiyle alındığı zoraki de olsa, vurgulanmaktadır.
Esasen İsmet Paşa da bunu reddetmez. Bursa'da yapmış olduğu bir miting
sırasında "Bizi aç bıraktın"
diye kendisine bağıran gence "Evet,
doğru sizi aç bıraktım ama (ülkeyi savaşa sokmayarak) sizi babasız
bırakmadım" demiştir.
Kırk
Basamak Merdivenli Şahna
Yukarıda İsmet Paşa'nın koymuş olduğu
vergilerden ve bu vergileri, gerekirse jandarma dipçiği destekli olarak ve
hapis tehdidi altında ceberrut bir şekilde toplayan vergi memurlarından, yani
halk arasında bilinen adıyla Şahnalardan bahsedildi. O yılları da yaşayan
rahmetli babam da yukarıdaki haberde Burhan Bozgeyik'ten yapılan alıntıya
benzer şeyler anlatırdı hep.
Babama göre de; harmanın savrulması ve
çeçin (savurma sonunda samandan ayrılan tane yığını) ambara taşınması bile
Şahna'nın iznine bağlıdır. Şahna diğer köyleri ve diğer harmanları dolaşacak ve
nihayet sizin harmanınıza gelecektir. O savurma izni verirse ancak
savurabileceksiniz harmanınızı. Peki ya rüzgâr esmez de onun verdiği sürede
harmanı savuramadıysanız! Gerisi siz düşünün artık! Harmanı savurdunuz, taneyi
samandan ayırdınız. Yine Şahna'yı bekleyeceksiniz. Şahna gelsin, tane yığınını
(çeç) mühürlesin, ölçsün biçsin, vergi miktarını tespit etsin ki; ancak ondan sonra
taneleri ambara yerleştirebilesiniz! Peki Şahna gelinceye kadar yağmur yağar da
çeç ıslanırsa! Olsundu; Şahna, yağmurdan ve yağmuru veren Allah'tan daha tehlikeliydi
o günlerde! Gerektiğinde köy odasına çeker, eşek sudan gelinceye kadar
dövebilir/dödürebilirdi sizi! Şahna ne de olsa devletti!
Yine babam anlatmıştı vaktiyle şu hadiseyi:
Her sene olduğu gibi o gün de Şahna
gelmişti, Çankırı'nın Yapraklı ilçesine bağlı olmakla birlikte, coğrafi konum
itibarıyla Çorum'un İskilip ilçesi ile Kastamonu'nun Tosya ilçeleri arasında
kalan köyümüze. Yol paralarını, daha doğrusu o sene köylülerin yol paralarını
ne şekilde, yani nakden mi, yoksa yolda çalışarak mı ödeyeceklerini soruyor ve
önündeki deftere yazıyordu. Sıra, geçtiğimiz sene "Bu sene param var,
nakden ödeyeceğim yol parasını" diye yazdırdığı halde bir türlü ödemeyen, tabiri caizse kaytaran
Badak İsmail lakaplı İsmail Amcaya gelmişti. Şahna ile aralarında şu ilginç
diyalog geçti:
Şahna;
-"İsmail Efendi, bu sene yol
parasını ne şekilde ödeyeceksin?"
İsmail Efendi;
-"Efendim bu sene param yok, yolda
çalışmak istiyorum..."
Şahna;
-"İsmail, geçen sene nakden
ödeyeceğim dediğin halde ödememişsin!"
İsmail Efendi;
-"Efendim, hımmm..."
Şahna;
-"Ulan deve kuşu; 'uç' diyorum, 'yok
ben yük taşıyacağım' diyorsun. 'haydi yük taşı' diyorum, bu sefer de 'yok ben
uçacağım' diyorsun. Ulan sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bak İsmail Efendi;
senin ağzına kırk basamaklı merdivenle çıkarım, İskilip tarafından sı.ar, Tosya
tarafına akıtırım!..."
Sirkat
Kayası
Halen hayatta olan anam anlatır. İsmet
Paşa'nın Cumhurbaşkanı olduğu yıl henüz bir yaşında bir çocuktur. Vergileri
acımasız bir şekilde uygulamaya soktuğu yıllarda ise üç-beş yaşındadır. Köyde
kıtlık, açlık ve uyuz salgını başlamıştır. Katran ve zift satıcılarının biri
gelip gitmektedir köye. Bit ve pire salgınları artık vak'ayı adiyeden sayılmaktadır.
İnsanlar koyunlar gibi otlayarak (ot toplayarak) karnını doyurmaktadırlar.
Dedem, çocuklarına bakabilmek için Başçoban isimli köye hizmetkâr olarak
gitmiş, beraberinde ebemi ve çocukları da götürmüştür. Anam henüz birkaç
yaşında çocuk olduğu için ebemin sırtındadır. Yola çıktıklarında ebemin
kayınvalidesi olan Kezük Ebe (Kezban Nine) arkadan bağırmaktadır:
-"Çocuklara iyi bakın; kız daha pek
küçük, uyuza filan yakalatmayın onu emiii!"
Artık Başçoban köyündedirler. Dedem
köyün ağasına hizmetkâr durmuş, ebem ve çocuklar ise köyün sığırını
gütmektedirler. Ebem yine ot toplayarak doyurmaktadır sırtındaki küçük kızı,
yani anamı. O sırada 8-10 yaşlarında olan Yusuf Dayım, nedense ebemin toplayıp
bir avuç un ile karıştırıp pişirdiği ot yemeğini hiç yememektedir. Mesele
sonradan anlaşılmıştır; meğer Yusuf Dayım, sürekli köydeki koca karılardan
birisinin evine gizlice girip ekmek çalıyormuş. Çaldığı ekmekleri kendisi
yiyor, küçük bir kız çocuğu olan anama ve onun ablası Şahinder teyzeme vermiyormuş.
Kısa süre sonra 6-7 yaşlarında küçük bir kız çocuğu olan Şahinder teyzem de gurbet
elde ölmüştür zaten!
Birkaç sene sonra köye dönmüşlerdir.
Hayvan vergisi toplayan İsmet Paşa'nın eli sopalı ve Jandarma dipçiği destekli
Şahnası, vergi matrahını tespit amacıyla ve bunun için de köyün davarlarını
saymak üzere köye gelmiştir. Anamın amcası olan Fevzi Efendi, birkaç keçiyi
olsun vergiden kaçırabilmek için onları
bir dolaba sokmuş, küçük bir kız çocuğu olan anamı da yanlarına koyup, keçilere
yedirmesi için eteğine bir miktar arpa koyduktan sonra anamı şöyle tembihlemiş:
-"Aman kızım meletme bunları.
Meleyecekleri zaman hemen ağızlarına yem ver!"
Bizim köyün kenarlarında kaya kovukları
ve küçük çaplı mağaralar vardır. Bunlardan birisine "Sirkat Kayası" denilmektedir. Babamların anlattığına
göre; köylüler, Osmanlı'dan beri davarları sayım dışı bıraktırarak Ağnam
Vergisi'nden kaçırmak için bu mağaralara saklarlarmış. Arapça "Sirkat" kelimesi,
Türkçemizdeki "çalmak" ve "hırsızlık yapmak" anlamına
gelmektedir. Yani anlayacağınız, gerek Osmanlı döneminde, gerekse Cumhuriyetin
ilk yıllarında uygulanan adaletsiz vergi uygulamaları, özellikle de hayvan ve
toprak mahsulleri vergileri, insanları kendi mallarını çalmaya kadar
götürmüştür. Hani şimdilerde vergiden kaçınmak veya vergi kaçırmak için kayıt
dışı ticari işlemler yapılıyor ve gelirler eksik beyan ediliyor ya; aynı şeyler
geçmişte de yaşanmıştır bu ülkede.
Hani günümüz iktidarları döneminde bazı
bakanların yolsuzluk ve usulsüzlük yaptıkları söylenir ya; aynı şeyleri
geçmişte yapan devlet adamları da vardır. Umum tarihçiler der ki; devlet
yönetimine rüşveti ve yolsuzluğu bulaştıran kişi, Kanuni Sultan Süleyman'ın
damadı ve sadrazamı olan Rüstem Paşa'dır. Ondan sonra devlet yönetiminde rüşvet
ve yolsuzluk büyüyerek devam etmiştir. Herhangi bir kaynakta rastlamadım ancak
üniversite hocalarımızdan birisi derste anlatmıştı vaktiyle; İsmet Paşa
döneminde de devlet adamları çeşitli yolsuzluklar yapmışlardır. Hatta ülkede
şeker sıkıntısı çekildiği ve şekerin kara borsaya düştüğü günlerde dönemin
başbakanı Refik Saydam'ın (muhtemelen ölümünden sonra) evinde çuvallar dolusu
şeker bulunmuştur. Yani dönemin başbakanı bile şeker üzerinden kendisine haksız
kazanç sağlamaya çalışmıştır o günlerde...
1-Ayşe Hür, "1942 Varlık vergisi kanunu" başlıklı makalesi, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/1942-varlik-vergisi-kanunu-1353243
2- bkz. Feridun Emecen, "Ağnam Resmi (Vergisi)" başlıklı
yazısı, http://www.os-ar.com/modules.php?name=Encyclopedia&op=content&tid=501899. Arapça "Ağnam" kelimesi
"Koyunlar" anlamında çoğul bir kelimedir. Tekili
"Ganem"dir.
3- Ayrıntılı bilgi için bkz. Berrin Şentürk; "Türkiye’de
canlı hayvanlardan alınan vergi uygulamalarının sosyoekonomik analizi"
başlıklı yazısı, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/11/2125/21986.pdf.
4-Berrin Şentürk, agm.
5-Berrin Şentürk, agm.
6- Ayrıntılı bilgi için bkz. Nuray
Özdemir, " Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Yol Vergisi" başlıklı yazısı,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/1779/18795.pdf,
7-Ayşe Hür, agm.
8- https://www.ahaber.com.tr/analiz/2016/07/11/chpnin-zulum-vergisi-sahna
9- Bu alıntı için kaynak olarak; Fahir
Giritlioğlu'nun "Türk siyasi tarihinde CHP'nin mevkii" isimli kitabı
gösterilmiş.
10- Bu alıntı için
kaynak olarak; Burhan Bozgeyik'in " İşte Zulmün
Belgesi" isimli kitabı gösterilmiş
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.