CHP lideri, her ne kadar
"Erdoğan benim cumhurbaşkanım değildir" dese de, o da biliyor ki
Erdoğan herkesin cumhurbaşkanıdır. Çünkü gerçekte "Erdoğan benim
cumhurbaşkanım değildir" demekle "Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
değilim" demek arasında anlam itibarıyla hiçbir fark yoktur. "Erdoğan
benim cumhurbaşkanım değildir" demekle "Türkiye Cumhuriyeti diye bir
devlet yoktur" demek arasında hiçbir fark yoktur. Neden? Çünkü Erdoğan,
Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre seçilmiş birisidir, Türkiye
Cumhuriyeti'nde cumhurbaşkanlığı yapmaktadır.
Dolayısıyla; Erdoğan'ı siyaseten
pek çok yönden tenkit edebilirsiniz; üstelik tenkit edilecek hataları da
vardır. Ancak asla "Benim cumhurbaşkanım değildir" diyemezsiniz.
Ülkede herkesin keyfine göre cumhurbaşkanı bulunamayacağına ve herkesin keyfine
göre kanun yapılamayacağına göre; çoğunluğun yaptığı kanunlara göre çoğunluk
tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı herkesin cumhurbaşkanıdır. Bu rejiminin adı
da laik, demokratik cumhuriyettir. Bunun dışındaki laflar, geyik muhabbetidir,
o kadar...
İşte bu düşüncelerle,
Cumhurbaşkanının Fazıl Say konserine gitmesinden, kendisinin konseri dinleyen
diğer davetlilerle birlikte Fazıl Say'ı ayakta alkışlamasından, Fazıl Say'ın da
onları sahnede eğilerek istilam etmesinden dolayı milli birlik ve bütünlüğümüz
adına duyduğum memnunluğu anlatmak için şu yorumları yapmıştım:
"Türkiye'de görmek istediğimiz bu manzara için davet edene ve
davete icabet edene teşekkürler. Ayakta alkışlayana da teşekkürler, eğilerek
selamlayana da... Erdoğan-Fazıl Say görüntüsü bu ülkenin barış ve huzuru için
iyi bir görüntüdür. Benim hoşuma gitti. Fazıl Say'ın yaptığı müziği anlamam,
sevmem de. Sayın Cumhurbaşkanı'nın anlayıp sevdiğini de sanmıyorum. Ancak yapmış
olduğu davranışı takdir ettim. Zira Erdoğan herkesin Cumhurbaşkanıdır; Fazıl
Say'ın da..."
Sonradan öğrendim ki; geçtiğimiz
Ağustos ayında annesi Ayşe Güngör Say'ın vefatı üzerine, Cumhurbaşkanı Fazıl
Say'ı arayarak taziyede bulunmuş, o da bu davranıştan hoşnut kalarak kendisini,
önceki gün verdiği konsere davet etmiş. O da kabul etmiş ve gereğini yapmış. Ne
güzel. Bunlar, görmek istediğimiz uygar davranışlardır. Hele hele ilk adımın
Sayın Cumhurbaşkanından gelmiş olmasını ziyadesiyle önemsiyorum. Cumhurbaşkanı'nın
bu davranışının, önümüzdeki seçimler için yapılmış bir seçim yatırımı olup
olmadığını zaman gösterecektir. Umarım düşündüğümüz gibidir. Yani Sayın
Cumhurbaşkanı, bu davranışı herkesin cumhurbaşkanı olduğu düşüncesinden ve Türk
Milleti'nin birliğini temsil etiğinden hareketle yapmıştır.
Yukarıdaki paylaşımı okuyan
akıllı, bilgili ve bilinçli bir dostum,
paylaşımın altına "Kemalistler" kelimesini tırnak içine alarak
espri yollu şu yorumu eklemiş:
-"Kemalistler'in bu konuda
ne diyeceklerine hele bir bakalım, yorumumuz ondan sonra gelsin."
Dostumun vereceği cevabı az çok
tahmin etmekle birlikte bir de kendisinden duymak için şu kılçık soruyu sordum:
-"Kemalist ne ki?"
Benim sorduğum soruyu o da
"Google" hoca efendi hazretlerine sormuş olacak ki; bana Emre Aköz'ün
25 Kasım 2009 tarihinde Sabah gazetesinde yayınlan "Kemalizm ve Atatürkçülük arasındaki fark" başlıklı
yazından bir bölümü göndermiş cevap olarak. Emre Aköz diyor ki o yazısında:
"Kemalizm, merkezinde askeriye olan, otoriter devlet ideolojisidir.
Serttir. Keskindir. Tepeden inmecidir. Jakobendir. Atatürkçülük ise aynı
ideolojinin, ekonominin liberalleştiği dönemdeki light halidir. Kemalizm'e
kıyasla daha hoşgörülüdür. Kalpaklı değil kravatlıdır. Zorlamak yerine ikna
etmeyi öne çıkarır. Kemalizm darbecidir. Yani darbeleri onaylar ve hoşuna
gitmeyen bir durum olduğu anda tankların yürümesini arzular. Hatta birçok
Kemalist çok parti sistemine, demokrasiye filan da karşıdır. Atatürkçülük ise
demokrasiye onay verir ama sıkıştığında Kemalizm'e doğru kaymaya başlar. Kemalizm
'27 Mayıs'çıdır. Atatürkçülük ise '28 Şubat'çı. Kişilerden örnek verirsek:
İlhan Selçuk, Kemalist'tir. Rahmetli Türkan Saylan ise Atatürkçüydü."
Dostuma dananın kuyruğunun koptuğu yerdeki
soruyu sordum bu kez:
-"Peki Mustafa Kemal Paşa,
Kemalist miydi yoksa Atatürkçü müydü?"
Gülerek şu cevabı verdi:
-"Önce Kemalist idi, Atatürk
soyadını 1934 de aldı. Kemalizm, Leninizm, Marksizm, Faşizm, Ateizm ve 'son
günlerde moda olan Ataizm gibi bir "izm" dir. Kemalistlerden yorumlar
gelmeye başladı. Onlara göre 2019 Devlet Sanatçısı belli olmuş. Şimdi
"Fazıl Kısakürek oldun" , "Fazıl nereye?" diye yorumlar
gelmeye başladı. Bu kişiler bir zamanlar da Türkiye Barolar Birliği Başkanı
Metin Feyzioğlu'nu da "Saray'a Çaycı" yapmışlardı. Fazıl Say'ı da
yakın bir zaman da "Saray'a Çalgıcı" yaparlar. Benim tırnak içinde
kastettiğim "Kemalizm" işte tam budur. Nokta"
Kemalizm'in, Mustafa Kemal'i;
Atatürkçülüğün ise Atatürk'ü bile aştığını, daha doğrusu en azından bazı toplum
kesimlerinde böyle algılandığını anladığım dostumun anlattıklarından şu anlamı
çıkardım ben; günümüzdeki Kemalizm, Atatürk'ün ismi üzerinden düşmanlıkları,
ayrılıkları, gruplaşmaları kaşıyan, tetikleyen bir tür pespaye ve müflis bir
ahlak anlayışıdır. Daha doğrusu ahlaksızlıktır. Bu hususta Atatürk'ün hiçbir
kusuru yoktur. Kusur, onun ismini kendi menfaatleri için kullananlardadır.
"Önce Kemalist idi, Atatürk
soyadını 1934 de aldı.." şeklindeki ifadesine ise katılmak mümkün değil.
Eğer Emre Aköz'ün de dediği gibi "Atatürkçülük", millet için yapılan
işlerde milleti ikna etmek ve milletle birlikte yapmak ise, Atatürk, bunu
"Atatürk" soyadını almadan çok önceki tarihlerde yapmıştır. Zira
Milli Mücadele, ancak halkı ikna ederek ve milletle beraber verilmiş ve
kazanılmıştır. Bunu bizzat Atatürk söylemektedir.
Onun 1925 yılında söylediği şu
sözler kayda değerdir: "Millî
Mücadele’yi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlâtlarıdır.
Millet analarıyla, babalarıyla, hemşireleriyle mücadeleyi kendisine ülkü
edindi. Biliyorsunuz ki, asırlarca vuku bulan mücadeleler ve bunların
neticeleri olarak da yüksek tarihî zaferler vardır. Fakat o zaferlerin âmilleri
kendi ülküleri olarak değil, şunun bunun hırsı peşinde kul köle olarak
bulunmuşlardır. Halbuki Millî Mücadele’de şahsî hırs değil, millî ülkü, millî
izzetinefis hakikî etken olmuştur."(1)
Onun, DP kadroları içinde uzun
süre mebusluk ve TBMM Başkanlığı yapan Refik Koraltan'a, Konya'daki bir yemek
sırasında kalabalıkların içinde söylediği söz de çok mühimdir bu konuda. Konya'daki
bir yemekte kendisine hitaben uzun bir nutuk atan ve özetle lafı; "Her şeyi yapan sensin, bütün
varlığımızı sana borçluyuz; sen olmasaydın, başka hiç kimse, hiçbir şey
yapamazdı, bundan sonra da yapamaz. Allah seni başımızdan eksik
etmesin..." demeye getiren Konya Mebusu Refik Bey(Koraltan)'e verdiği
cevapta şöyle dile getirmiştir:
"Beyefendi, bütün
yapılanlar, herkesten evvel büyük Türk milletinin eseridir; onun başında
bulunmak bahtiyarlığına ermiş bulunan bizler ise, ancak onun şuurlu fedakârlığı
sayesinde ve fikir ve iman birliği içinde müşterek vazife görmüş, öylece başarı
kazanmış insanlarız. Hakikat bundan ibarettir."(2) Sonra sofradakilere dönerek şöyle diyor: "Efendiler; size şunu söyleyeyim ki,
inkılapçı Türkiye Cumhuriyeti'ni benim şahsımla kaim zannedenler çok
aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her manası ile büyük Türk Milletinin öz ve
aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyyen payidar
olacaktır. Şimdi rica ederim bu bahsi kapayalım, bir daha da tekrar
etmeyelim."(3)
Devrimlerden, daha doğrusu
inkılâplardan hareketle onun Kemalist olarak suçlanmasına gelince; o günkü
şartlarda ve o günkü toplum yapısında o inkılaplar başka türlü hayata
geçirilemezdi. Bu konuda en güzel örnek İslam Peygamberi'dir aslında. O da en
büyük inkılapçılardan birisidir ve O'nun yaklaşımı da bir anlamda tepeden
inmeci yaklaşımı temsil etmektedir. Hem de en tepeden, yani Tanrı katından
demek istiyoruz. Eğer, bir kişinin veya belli bir grubun dayatmasıyla hayat
bulan uygulamalar Jakobenlik ise, en önemli jakobenler Peygamberler, sonra da
kral, hükümdar, sultan, şah, padişah gibi adamlardır.
Evet, Nazizm'in, Faşizm'in ve
Bolşevizm'in revaçta olduğu bir dönemde, Mustafa Kemal'in çöplüğünde yemlenen
bir kısım soytarı ve soysuzlar, "Kemalizm-Kamalizm" diye bir herze
yemişlerdir. İhtimaldir ki; Mustafa Kemal Paşa'nın, bunların çoğundan haberi
bile olmamıştır. Ya da adam yokluğunda bunlardan istifade etmek için onların bazı
yalakalıklarını sineye çekmek, görmezden gelmek zorunda kalabilmiştir.
Aynı şey Peygamberlere de
yapılmıştır. Hz. İsa öyle yüceltilmiştir ki; iş kendisini "Allah'ın
oğlu" ilan etmeye kadar vardırılmıştır. Yine aynı şey İslam Peygamberi'ne
de yapılmıştır ve O, bu şekilde kendisine yücelten yalaka ve soytarı takımını
şöyle uyarmıştır: "(Abartmayın) Ben
de sizler gibi Kureyşten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum. Sizden tek
farkım bana peygamberlik verildi" demiştir.
Günümüzdeki Kemalistler ise
bütünüyle eski tüfek Komünist, Marksist, Leninist ve Maoistlerdir. Onların
"Kemalist" olmaları ya da "Atatürkçü" olmaları, Atatürk'ün
değerini düşürmez. Düşünsenize dünün Marksist-Maoist siyasileri bugünün en önde
giden Kemalistleri ve Atatürkçüleri arasında yer almaktadırlar. Bunlara bakıp
da Atatürk'ü örselemenin ve ona düşmanlık beslemenin, yaptıklarını görmezden
gelmenin hiç kimseye faydası yoktur. Bunun adı olsa olsa nankörlüktür. Onların
Kemalizm ve Atatürkçülük adına yapmış olduklarından Atatürk'ü sorumlu
tutamayız. Böyle bir davranış, El-Kaide, DAEŞ, El-Nusra, Taliban, Boko Haram,
El Şebab gibi terör örgütlerinin yaptıklarından İslam Peygamberi'ni sorumlu
tutmak gibi bir şey olur. Batı da zaten bunu yapıyor. Bu terör örgütlerinin
yaptıklarından hareketle diyorlar ki batı; "Muhammed
kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir."
Bunun Peygamber iftira ve bühtan
olduğunu kabul ediyorsunuz da, bazı soysuzların ve menfaat çevrelerinin
Kemalizm ve Atatürkçülük adına yaptıklarından Atatürk'ü neden sorumlu
tutuyorsunuz.