"Mustafa
Kemal Paşa içki içerdi. Kadınlarla ilişkisi vardı. Kumar oynardı.Buna karşın
inançlı biriydi. Allah'ın, rahmetine ve affediciliğine inanırdı..." Yılmaz Özdil'in
Biyografi kitabından özel hayatını okuyunca böyle bir siyasi figür çıkıyor
karşımıza. Peki özel
hayatına bu kadar girilmeli miydi? Ben olsam
girmezdim. Zaten özel
hayatına dair yazılanların çoğu da düşman çevrelerce yazılmış mesnetsiz ve
asılsız iddialar.
Atatürk'ün
sofrasında ve siyasi çevresinde yer bulamayanların hezeyanlarından ibaret çoğu. Rıza Nur, Kâzım
Karabekir ve Cemal Granda gibi şahısların onun özel hayatına dair yazdıklarını
biraz da bu şekilde anlamak gerekir.
Efendim,
Atatürk öldüğünde Çankaya köşkünde şu kadar miktarda içki bulunmuş.
E bulunur.
Çankaya'da
sadece Atatürk yaşamıyordu ki.
Bir sürü
çalışan, bir sürü gelip giden vardı.
İçki, hediye
olarak kabul görüyordu.
Yunanistan
Başbakanı Venizelos bile ziyarete geldiğinde kasa kasa Yunan içkisi getirmişti. Bunları en ince
ayrıntısına kadar sayıp dökmek, ancak Çankaya'ya "Ebedi Meyhane"
diyen ve Rıza Nur'un iftira kitaplarını da yayınlayan Kadir Mısıroğlu ile aynı
noktada buluşmak anlamına gelmektedir.
Efendim Sovyet
Büyükelçiliğinde verilen davette Rus General Frunze Rusların ne kadar sert içki
içtiğini göstermek için peşpeşe iki Konyak fondiplemiş, Atatürk de onu alt
etmek için peşpeşe 5 konyak fondiplemiş imiş.
Yani yazılacak
şey mi bunlar?
Eğlence
ortamında yapılmış olsa bile yazılacak şeyler değil bunlar Yılmaz Efendi.
Efendim Atatürk
kadınlara düşkün imiş!
E normal.
Onun
pozisyonunda her erkeğin yapabileceği ve yaptığı şeyler bunlar.
Şöhretli,
karizmatik ve oldukça da yakışıklı birisi.
Yani her
kadının kolay kolay reddedemeyeceği bir erkek.
Üstelik bekâr!
Onun
pozisyonunda olan Osmanlı padişahlarının haremleri vardı ve bu durum meşru
görülüyordu.
Ulu Hakan
Abdülhamid Han diye yüceltilen İslamcı Padişah II. Abdülhamid'in bile aynı anda
13-16 tane karısı vardı(1)
İslamcı
olmayanları, hatta ayyaş derecesinde olanları, deli ve meczup olanlarını
saymıyorum bile; onlar tamamıyla damızlık dana gibi dolaşıyorlardı sarayda!
Peki, bazıları
iddia ve tahminden ileri gitmeyen ilişkileri bu kadar afişe etmeye gerek var
mıydı?
Dedik ya ben
olsam yapmazdım.
Hem Zsa Zsa
Gabor'la ilişkisi yoktu deyip hem de bu ilişkiye dolu dolu 3 sayfa ayırmak ve
"Bekaretini vermek" tabirini defalarca kullanmak, ayıp ötesi bir
durumdur.
Yılmaz Özdil
bunu bile yapmış!
Tıpkı İngiliz
istihbaratının oyunu ve İngiliz propagandası olarak nitelendirdiği Rıza Nur'un
iddialarını çürütmek için o çirkin iddiaları dillendirmesi gibi.
Ve tıpkı yine
İngiliz İstihbarat elemanı olduğunu söylediği Harold Caurtenay Armstrong'un
"Bozkurt" isimli kitabında bulunan iddiaları reddetmek için o
iddiaları dillendirmesi gibi.
Efendim,
Atatürk arkadaşlarıyla poker oynarmış ama yakın arkadaşı ve can dostu Nuri
Conker dışında, yendiklerinden kazanmış olduğu parayı kuruşu kuruşuna iade
edermiş, yenildiğinde ise kaybettiği paraları ödermiş!
Lüzumsuz,
gereksiz ve sebepsiz bir bilgi kirliliği.
Okuyucu bunu
bilse ne olur bilmese ne olur.
Kime ne faydası
var bu bilgilerin.
Yılmaz Özdil
bahsetmemiş ama bir de Atatürk ve aralarında dindar Fevzi Çakmak ve Kâzım
Karabekir gibi o sırada yakın arkadaşları olan bir grubun "Ruh
Çağırma" hadiseleri vardır.
Çağıran kişi
Kâzım Karabekir, Ruhu çağrılan da II. Abdülhamid'dir.(2)
Şimdi Yılmaz
Özdil'in, Atatürk'ün içki, kumar ve kadınlarla olan ilişkileri hakkında
anlattıklarına ve Ruh çağırma hadisesine bakan yobaz haklı olarak diyecek ki;
[Kur'an'da şöyle buyrulmaktadır: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili
taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse
bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz."(3) Atatürk ise bu
yasakların hepsini çiğnemiştir. Şu halde o bir dinsizdir]
Ancak bu yobaz
bilmelidir ki; Atatürk bunları yapmıştır yapmasına da haram olduğunu ve
yasaklandığını hiçbir zaman inkâr etmemiştir.
"Allah
affeder" diyerek bu manevi suçların soruşturulması, kovuşturulması ve
hükme bağlanması işini işini "ahkemil hakimîn-hakimler hakimi"e
(4)havale etmiştir.
Yılmaz Özdil'in
kitabında da yer alan bir hikâyeye göre; Sinop'ta kendisine din adamı olarak
tanıtılan bir kişiye, içkinin haram olduğuna dair dini hükümleri sormuş, adamın
"Haramdır" sözüne mesnet ayet ve hadisleri söyleyememesi üzerine;
İçki hakkındaki ayeti okuduktan sonra "Allah'ın men ettiği şeylerin
damlası dahi haramdır, fakat Allah büyüktür, affedicidir, Allah kusurumuzu
affetsin" demiştir(5).
Buna karşın bir
sürü faydalı bilgi de var kitapta.
Mesela
Atatürk'ün dine, din adamlarına ve hassaten İslam'a bakışına dair 10 sayfanın
üzerinde bilgi var kitapta.
Kadir
Mısıroğlu'nun ya da falanca din adamının kitaplarıyla girmesi mümkün olmayan
evlere de girdi bu bilgiler.
Yani Yılmaz
Özdil ismi, Atatürk'ün dini hayatına dair bilgilerin bazı evlere girebilmesinin
de çilingiri olmuş bulunuyor; yetmez mi?
Pek çok
kitapta, bu arada bizim "FETVALAR SAVAŞI" isimli kitabımızda da
bulunan; Atatürk, Ramazan ayı gelince ağzına içki koymazdı, Çankaya'daki
sofralar iftar ve sahur sofralarına dönüşürdü, köşkte Atatürk'ün huzurunda
Kur'an tilavetleri başlar, Hafız Yaşar Okur yönetimindeki fasıl heyetince dini
musiki örnekleri icra edilir, ezanlar okunur, Hacı Bayram Cami ve Zincirli
Cami'de şehitlerin ruhları için hatim ve mevlitler okunur, fakir fukaraya
yardımlar yapılırdı şeklindeki bilgiler Yılmaz Özdil'in kitabında da var.
Atatürk'ün
direktifi ile Kur'an Türkçe'ye çevrilmiş, tefsiri yapılmış, temel hadis kaynağı
Buhari, Türkçe'ye kazandırılmıştır. Yıkılmaya yüz tutmuş pek çok cami ve
medresenin onarımı yapılmıştır.
Sadece içki,
kadın, kumar yok kitapta, bu kabil bilgiler de var ve bu bilgiler Yılmaz Özdil
sayesinde belki de hiçbir zaman giremeyeceği evlere kadar girdi.
E bu da bir
kazanım değil midir?
Diyorlar ki;
her şeyin olduğu gibi anlatılmasında ne sakınca var?
Var tabi.
Eğer İslam'ın
altın çağı olarak nitelendirilen "Asr-ı Saadet" döneminde yaşananları
olduğu gibi anlatmaya kalkışırsak; "ortalıkta ne din kalır ne iman, ne de
İslam diye bir din" ifadesi belki biraz abartılı kaçar ama pek çok insanın
İslam'dan çıkma temayülü göstereceği ve bu dini yeni baştan sorgulamaya kalkışacağı
kesindir.
O sebeple
Yılmaz Özdil'in Atatürk'ün özel hayatına dair en ince ayrıntısına kadar
anlattıkları, "Her şey olduğu gibi anlatılmalıdır" denilerek
savunulamaz.
Atatürk'e
gelince her şey olduğu gibi anlatılmalı deyip, başkalarına ya da size gelince
"Bunlar mahrem bilgilerdir" demek, olmadı mahkemenin yolunu tutup
tazminat davaları açmak hiç adil bir durum değildir.