Ballı Gazlı Tehlike: Yatağan [Günay Tulun]


Duymuşsunuzdur. Yatağan'daki termik santral yüzünden, bölgede üretilen ballarda ağır metaller bulunmuş. Bu ballardan en ünlüsü ve en çok satılanı tüm Türkiye’nin bildiği ünlü bir "hinterland markası"… Özellikle çam balcılığında akla ilk gelen ürün... Yatağan'la aynı ile bağlı. Adını; şirin, sayfiye özellikli, deniz ve yat turizmiyle anılan güzeller güzeli bir ilçeden alıyor. "Ben o ilçede oturmuyorum, bana gelene kadar..." diyenler şunu da bilsinler; Muğla ilinin uzunluğu bir uçtan diğer uca kuş uçuşu 143 km. Yani en uzaktaki iki ilçeden bir olan Yatağan'dan attığınız taş, diğer uçtaki Seydikemer'e düşer. O denli kısa... Tehlikeye en yakın yerler arasında Yatağan'a yapışmış Aydın ili başta olmak üzere Muğla'yla sınır komşusu olan Denizli, Burdur ve Antalyayı, ardından da bunlara komşu olan illeri sayabiliriz. Tabii ki bunlar karasal yönden. Yazıyı okuduğunuzda göreceksiniz ki, tehlike o bölgeyle sınırlı değil. Tüm gezegenimiz risk altında...   

BU YAZIYI KİMLER OKUSUN

Tabii ki dileyen okur ama özellikle "Ben İstanbul'dayım, uzağım; bana bir şey olmaz Trakya'dayım: Trabzon'da, Hopa'dayım; Erzurum'a, Kars'a gelmez; Adana'yla Hatay'a ulaşmaz bile, ohhoho Şırnak'a gelene kadar, Hakkâri nere Muğla nere, sordum Bartın'a bir şey olmazmış; Ankara'ya zaten olmaz, olsaydı Ankara santralın işletmesini durdururdu." diyenler okusun. Korkusuz kahramanlarsa okumadan uyumaya devam etsin. Okumasınlar da tıpış tıpış büyüsünler! "Benden sonra tufan!" diyenlere gelince; onlar, insanlığın başına ördükleri ve işletmeyi sürdürerek, örmeye devam ettikleri bu belanın göbeğinde zorunlu ikamete tabi tutulsunlar. 

Neyse ki, her türlü bilgiye kapalı olan "bana neciler" takımı için beis yok. Onlar atta, "Bana ne! Bana ne!" sedalarıyla gideceklerinden "Habersizler Mezarlığı"na gömülecekler. Sonrasını çocukları, torunları ve onların torunları düşünecek. 

AĞIR METALLERİN DEVRİÂLEMİ
Ağır metaller, bizler gibi her şeye boş veren insanlara hiçbir şey yapmaz (!). Yapar denilenlerse gelip geçici (!) şeyler. Öldüğünüzde geçer, dertlenip de keyfinizi bozmayın.  

Siz kurtuluyorsunuz da o durmak bilmiyor. Gömüldüğünüzde toprağa geçiyor. Topraktan bitkilere, böceklere, o topraklarda yetişen bitkileri yiyen insanlarla hayvanlara, hayvanlardan et, süt, gübre vs yoluyla yeniden insanlara… Bu döngü, sanıldığı gibi kısır değil. “Ondan buna, bundan ona, ondan şuna” sonra yeniden yeniden yeniden “şundan buna, bundan şuna, şundan ona” geçmeye devam ediyor. 

AĞIR METAL DE NEYİN NESİ 
Bizim gibilere hiçbir şey yapamayan (!) bu ağır metaller neymiş bir bakalım. Adları, soyadları, göbek adları var mı? Hava, su, toprak kirliliğine neden olan bu ağır metaller neyin nesi, kimin fesi? Gelin, bilebildiklerimizi birlikte ve Türkçe okunuşlarının rahatlığına sığınarak yazalımAltın, alüminyum, antimon, arsenik, bakır, baryum, bizmut, cıva, galyum, gümüş, hafniyum, indiyum, iridyum, itriyum, kadmiyum, kalay, krom, kurşun, lantan, manganez, nikel, niyobyum, paladyum, platin, rodyum, rutenyum, skandiyum, stronsiyum, talyum, tantalyum, tungsten, vanadyum, zirkonyum. Öf, amma da çokmuş, yoruldum!

AĞIR METALLER NE YAPAR
"Ağır abilerimiz" kadar ağır olmasalar da aynı sıfatla seslendirdiğimiz bu metaller; ortaya çıkış zamanı belli olmayan zehirlenmeler başta olmak üzere, toksinlerin birikmesi sonucu "kanserin her türlüsüyle karaciğer, akciğer, kalp, kan, böbrek, pankreas, dalak, mesane, rahim, prostat, meme, gırtlak, mide, barsak, göz, cilt, insanı yatalak yapan çeşitli kas hastalıkları, hayal görme, bunama, alzaymır ve listeyi uzatmamak için yazmadığım çok sayıda ağır ve ölümcül hastalığa" neden olur.

AĞIR METALLER BU HASTALIKLARI NASIL YAPAR 

Yatağan gibi fosil yakıtlı enerji dönüşüm santralları, faaliyetleri süresince, bacalarından kükürt dioksit ve nitrik oksit salar. Bu salımın, canlıları ve doğal çevreyi etkileyeceği malum. Kas ve zekâ geliştiricisi olarak kullanılan nitrik oksite de ufaktan ufaktan dokunmak gerek. Renksiz gazlar sınıfında yer alan bu madde, havadaki oksijenle birleşerek nitrojen dioksite dönüşür, hücreden hücreye hiçbir engelle karşılaşmadan geçer ve dokulara büyük zarar verir. Kükürt dioksit ve nitrik oksit salımı başa gelen ilk bela... Gerisi radyolardaki "arkası yarın" gibi!..

Baca gazları, havada asılı kaldıkları kısa süre içinde su zerreleriyle etkileşime geçerek sülfirik ve nitrik asite dönüşür. Ondan sonra da sis, yağmur, kar gibi etkenlerle “asit yağmuru” hâlinde yeryüzüne iner. Neler olacağını söylememe gerek yok değil mi? İşte, bu da ikinci bela… Bitti mi? Hayır!

Santraldan çıkan ve genelde kül olarak tanımlanan dışık; bir tarafa atılmadan, saklanmadan, gömülmeden yani elden çıkarılmadan önce mecburen depolanır. Küllerin toplandığı o alanda asıl depolanan şeyin radon gazı olduğunu söylemem yanlış olmaz. Radonun ne işler becerdiğini yazmama da gerek yok ama işin ne derece vahim olduğunu anlatmak için; radon temaslı suyla duş yaparken bile o gazı soluyabileceğinizi, soludukça akciğer kanserine doğru koştuğunuzu, bodrum katta oturuyorsanız evinizi sürekli havalandırmanız gerektiğini, hele hele sigara içiyorsanız... Sözü burada kesmem daha doğru olacak gibi, yoksa okuyanlarda korku gerçekten de bacayı saracak. 

Belalar bitti mi? Hayır! 
Deminkinin üçüncü bela olduğunu ekleyip dördüncüsüne geçiyorum.

Küllerin üzeri toprakla örtülür. Radon, üzerine toprak atmakla zaptedilecek bir gaz değil. Sinsice firar edip havaya karışır. 96 saat içinde aktif kurşuna ve polonyuma dönüşür. Nihayet radyoaktif maddelerle de merhabalaştık. 

Yanisi şu; kül gibi masum bir ad takılan o dışık, radyoaktif yayımın suçlusudur. Bu suçlunun saldığı en önemli radyoaktif madde de uranyumdur. Zararlarını da yazmama gerek yok sanırım. Bilen bilir, bilmeyense birkaç satır okuyup öğrensin. Bu da fosil yakıtlı santralın dördüncü belasıydı. 

Belalar bitmedi, devam ediyor.
Yeryüzünden atmosfere çıkan ve oradan da tekrar yeryüzüne inen tüm maddeler, tarla ve bahçe ürünlerini zehirlediği gibi yer altı ve yer üstü sularına daha da açıkçası, içme ve kullanma sularımıza karışarak ölümcül bir belaya daha yol açarlar.

Buyrun, bir başka bela daha… Santraldaki soğutma ve arıtma çalışmaları sırasında artan su sıcaklığı ve suya karışan maddeler, suyun tahliye edildiği alandaki çevreyi kirleterek canlıların ölümüne neden olurlar. O çevredeki su canlılarını yiyenlere selam olsun!

Hiç şüpheniz olmasın, insanlığın ortak mirası olan tarih ve sanat eserleri de radikal dinciler kadar hızla olmasa da yavaş yavaş, ufak ufak "asit yağmuru" denen beladan nasiplenmekte ve aşınarak yok oluşa doğru sürüklenmektedir. 

YATAĞAN’IN FENDİ İNSANI YENDİ
Bu santralın saçtığı zehirden, 1975 yılından bugüne dek gelip geçen hükûmetler ve hâlen, hem de 17 yıldır iş başında olan partizan hükûmetler sorumludur. Onlar sorumludur da bu oluşuma göz yuman bürokrat, teknokrat, sivil toplum kuruluşları ve zamanında iş bulacağız umuduyla sessiz kalan halkın büyük kesimi sorumlu değil mi? Santralı işleten şirket ve şu anda çalışan işçilerin hiç mi payı yok? O işçiler ki seslerini yalnızca özelleştirme sırasında çıkardılar. O da AKalPe’nin yaptığı özelleştirmelerin işten çıkartılmayla sonuçlandığını bildiklerinden, yani iş kaybetme korkusundan. Santralın filtresiz işletildiği dönemlerde bile çıkan sesler pek cılızdı. Ne çabuk unutuldu? 

Halkın küçük de olsa bir kesimi, feryat edip ölen zeytinlikleri, ürün vermeyen toprakları, nefes alamayan insanları gösterdiğinde; görmeyen, duymayan, dilaltı olan yetkililerin hiç mi günahı yok? 

TEK SATIRLIK BİR SORU 
Yatağan'da halkı bezdiren, çok sayıda taş ocağı olduğunu da biliyor muydunuz?

YATAĞAN’IN SERÜVENİ
Olayı tarihlerken, neden 1975’e kadar gittiğimi kronolojik olarak vereceğim şu bilgiler açıklayacaktır:
1975 yılında, "I. Milliyetçi Cephe" yani "4. Demirel Hükûmeti" döneminde, Muğla’nın Yatağan havzasındaki linyit kömürünün enerji üretiminde kullanımı için, Yatağan’da bir termik santral yapılması, yatırım programına alınır. 
- Yine aynı hükûmet zamanında santral ihalesi açılır ve katılanlar arasından seçilen bir Polonya şirketiyle 1976 yılında ön anlaşma imzalanır. 1977 yılında yine Demirel'in başında bulunduğu "İkinci Milliyetçi Cephe" zamanında, inşaata başlanır.
- Ağustos 1978’de montaj çalışmalarına geçilir.
- Ekim 1982’de ilk ünite devreye girer.
- Haziran 1983’te ikinci ünite devreye alınır.
- Aralık 1984’te üçüncü ünite. faaliyete geçer.
Santral, 2014 yılının 1 Aralık günü “Özelleştirme İdaresi Başkanlığı” tarafından; taşınır, taşınmaz malları ve maden arama-işletme ruhsatlarıyla birlikte 2 milyar 411 bin Türk Lirası karşılığında "Bereket" adlı bir gruba satılır. Satış sözleşmesinde “Elsan A.Ş." olarak adı geçen şirketle işletici konumundaki "Yatağan Termik Enerji Üretim A.Ş.” bu grubun yan kuruluşlarıdır.

TABİİ Kİ SESİNİ DUYURMAYA ÇALIŞANLAR DA OLDU
Az önce çok kişi ve kuruluşa sitem ettim ama siyasal erke her dönemde "Aman, sakın ha!" diye seslenen kahramanlar da oldu. Tek tüktüler ama yine de cesaretle çıkıp seslendiler. Seslendiler de ne oldu diyeceksiniz ki bunda da yerden göğe dek siz haklısınız. Hiç kimse aldırmadı bile…

Uyarılara aldırmayanların tehlike anında kaçacak çok yeri var. Garip halksa nereye kaçacak? Denizin dibine mi? Yoksa vatan parçası olan 18 ada ve 1 kayalar grubunun nedeni bilinmeyen bir şekilde verildiği Yunanistan'a mı?

Bırakın bilim tahsil edenleri, birazcık roman okuyanlar bile bu işin balla sınırlı kalmayacağını bilir. 
O yörelerde yetişen tüm bitki, hayvan ve balık çiftlikleri dâhil deniz ürünlerinde de o ağır metallerin olmasının kuvvetle muhtemel olduğu, insanlarınsa hem direk hem de yiyecekler yoluyla çifte etki altında kalacağı aşikârdır. 

SON SÖZ 

Bazı aklı kıtlar zannederler ki, bu tip problemler yalnızca olayın olduğu bölgeye ve o bölge halkına zarar verir. Kendileri, çocukları ve servetleri tehlikelerden uzaktır. Onlar böyle düşünedursunlar, biz birkaç bilinen örnekle gerçekleri konuşalım.

- Ege Denizi’ndeki Santorini’de bulunan yanardağın, adanın yarıdan fazlasını havaya uçuran o ünlü patlamasının etkileri; Nil Vadisi, Anadolu'nun olaya uzak bölgeleri ve Kanada’daki bitkilerde de saptandı. 


- ABD'nin, İkinci Dünya Savaşı'nda Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombasının etkileri, yalnız bölgede değil tüm dünyada görüldü. 

- İkinci Dünya Savaşı esnasında Paul Hermann adında İsviçreli bir kimyager DDT'nin böceklere karşı çok etkili olduğunu fark etti. Bu keşfi sayesinde kendisine 1948 Nobel Ödülü verildi. Verilmez olsaydı diyeceğim ama Orhan Pamuk adlı kişiye de sırf Türklere iftira attığı için Nobel vermişlerdi. Yani zihniyet aynı zihniyet, hiç değişmemiş. Dünyanın başına bela olan bu ilaç, yasaklanana dek milyonlarca ton kullanıldı. En büyük üretici ve kullanıcı olan ABD’nin halkı tabii ki bundan etkilendi. İşin ilginç yanıysa ABD menşeli o DDT’lerin, bu zehiri kullanmayan İzlanda ve o zamanlar Hindi Çini denen bölgedeki insanların hücrelerinde çok daha yoğun bir şekilde bulunmasıydı.

Nükleer bomba deneylerini inatla sürdüren süper, süper altı büyük ve cüce devletler, katil ruhlu yöneticileri eliyle Dünya'mızın başına bela olmayı sürdürdüler. Her zaman bizden çok uzakta; Pasifik'te, Nevada'da, atmosferin üst tabakalarında, yer altında yapılan bu deneyler gezegenimizdeki tektonik tabakaları harekete geçirdikleri yetmezmiş gibi, Dünya üzerinde kanser ve çeşitli hastalıkların artışına da neden oldular. Deneylerin yapıldığı yerde değil, Dünya'nın her yerinde...

- Çok yakın bir tarih, mutlaka hatırlarsınız. Çernobil faciasının etkileri de yalnız olayın yaşandığı bölgede değil, Türkiye dâhil tüm dünyada görüldü.

- Birçok termik santral, özellikle de Ege'dekiler ormanlık alanda ya da ormanlara çok yakın. Dua edelim ki o kesimlerde yangın çıkmasın. Yoksa bu hükûmetle... Lütfen üç noktadan gerisini siz tamamlayın. 

SON SÖZDEN SONRAKİ SÖZ
Dostlar, Marslı Kardeşlerim, Efendiler!
Siz bizim dünyamızı pek bilmezsiniz.
Burada, hava akımı da dediğimiz rüzgâr adında bir gerçek var.
Geze toza tüm dünyayı dolaşır.
Her şeyi her yere taşır, bırakır, bıraktıklarını yine alır ve gezmesine devam eder.

Dostlar, Jüpiterli Kardeşlerim, Efendiler!
Siz bizim dünyamızı pek bilmezsiniz.
Burada, yer altı suları dediğimiz bir gerçek var.
Ara sıra gürül gürül akar, ara sıra durulmuş görünüp göl olur. Deniz olduğu, okyanus olduğu da vâkidir. Bazen yer üstüne çıkıp çaktırarak bazen de yer altında kalıp çaktırmadan tüm dünyayı yıkaya yıkaya gezer, dolaşır, sonra yine gezer. 

Dostlar, Siriuslu Kardeşlerim, Efendiler! 
İnsan, hayvan, börtü böcek ve tabii ki Türkiye'min tüm tatlı su kaynaklarıyla havası da yok edilmeye çalışılıyor. Ormanlar, denizler, göller, akarsular da tehlike altında... "Dünya Gezegeni"nin düşmanı bir avuç ahlaksız "siyasetçi, iş insanı, bilimci mukallidi, bürokrat, televizyoncu ve gazeteci" el birliğiyle halkımızı katletmeye çalışıyor. STK denen ve gerektiği anda aranıp bulunamayan ama gerekmediği zaman mangalda kül bırakmayan kuruluşlarla halkımızın ta kendisiyse hiçbir şeyi umursamaz hâlde... Dünya'mızın ve ülkemizin düşmanlarından kimi karar makamında kimi uygulamada kimisi de o kararı savunmakla kesesini dolduran YYKY'nin ta kendisi... 

Santrallerin kapatılması talebimden vazgeçmedim ama "şu an, hemen, derhâl, ivedilikle, çabucak, acilen" termik santrallerin hepsinin bacasına filtre taktırılması şart! "Olmazzzzzz, zinhar olmazzzz! Çünkü o zaman kâr azalır, kâr azalınca da dağıtılacak bahşişin miktarı düşer." Bahşişin, ortada gezinen paranın yasa dışı el değiştirmesinin en nazik tanımı olduğunda hemfikirizdir herhâlde... 

Yasa dışılık yalan mı? Doğru tabii!..
Bu yılın sonlarına doğru daha önce ertelenmiş olan filtre konusu bir kez daha gündeme gelecek. Çünkü önceki ertelemenin süresi dolmakta... İnanın ki sonuçta olacak şudur:
"Onayı olmadan hiçbir şeyin yapılmadığını bildiğimiz Bay Emreden ve onun her dediğini yapan "Bay Başımüstüne" her zamanki oyunlarını yeniden sahneye koyarlar. Bay Emreden'in talimatıyla "Tek kişilik hükûmet, yani Bay Emreden'in ta kendisi" ve onun YYKY'si Bay Başımüstüne'nin adamları hep birlikte "filtre istemezük!" diye çığlıklar atarlar. Bay Tek Kişilik Hükûmet, havayı iyice kokladıktan sonra gizlendiği yerden çıkıp "Hayır! Ben, benim halkımı düşünürüm. Ben filtre takılmalıdır derim. Ben derim, ben demişimdir, ben dedim ki... Benim hâkimimim, benim savcım, benim askerim, benim halkım, benim benim benim!.." tiradıyla ortaya çıkar ve kahraman olur. Geçmişte defalarca yaşanan benzer durumlara rağmen bunu yiyenlerse yedikleriyle kalırlar. Afiyet olsun!"

Melekle şeytanın öyküsü gibi... 
Kötülükleri yapan da o, "Vatan Kurtaran Şaban"ı oynayan da!
Artık toplumun dikkate almadığı ortağını es geçersek, melek de o şeytan da!..

İfadede çok zorlandım ama sonunda anlatabildim sanırım.
Sahi anlatabildim mi?




Günay Tulun





BİLGİ NOTU 
1- Söylem ve eylemleriyle milliyetçi oldukları çok su götüren, hiçbir milliyetçi eyleme imza
atmayan, bunun yerine kaos, bölünme ve kavga peşinde koşan "AP, MSP, MHP ve CGP"nin
bir araya gelerek kurduğu ve başlarında Sami Süleyman Gündoğdu Demirel'in bulunduğu,
sanki karşılarındakiler vatan evladı değillermiş gibi kendi kendilerine "Milliyetçi Cephe" adını
takarak milleti iyice ayrıştırmaya çalışıp bunu başardıkları koalisyon zamanından söz ediliyor.
2- "Şu an, hemen, derhâl, ivedilikle, çabucak, acilen" sözcükleri aynı anlamı taşımaktadır. Bu yazıda olayın önemini anlatmak amacıyla hepsi bir arada kullanılmıştır.

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN