Milletlerarası düşmanlığın kriteri, bir milletin
diğer bir milletin fertlerini kasten ve yekun tutacak biçimde öldürmesi,
ekonomik zenginliklerini ve topraklarını zorla, yani güç kullanarak elinden
alması ise Türk Milleti'nin dört büyük düşmanı sırasıyla, Çinliler, Araplar,
Ruslar ve İngilizlerdir. Çünkü, tarih boyunca Türk Milleti'ne en büyük kötülüğü
bu dört ulus yapmıştır!
Gelin görün ki; bu milletlerin zaman zaman Türk
Milleti'ne hayati derecede yardımları da olmuştur. Mesela Ruslar'ı ele alalım;
hangi maksatla olursa olsun Rusların Milli Mücadele'deki yardımları asla
görmezden gelinemez. Bunu biraz da Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının
diplomasi başarısı olarak değerlendirmekte fayda vardır. Prof. Dr. İlber
Ortaylı, Milli Mücadeleyi verenlerin, savaşın icapları yanında diplomasi
sanatını da ustalıkla kullandıklarını söyler "Gazi Mustafa Kemal
Atatürk" isimli kitabında. Çünkü Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere,
Milli Mücadele'nin önde gelen komutanlarının hemen tamamı iyi yetişmiş birer kurmay
olmanın yanında, hemen tamamı bir veya birden çok yabancı lisan bilen
insanlardır.
İşin en ilginç yanı ise Milli Mücadele'de Sovyetlerin
desteğini alabilmek için bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın talimatıyla Türkiye'de
bir Komünist Partisi kurulmuş olmasıdır ki; bundan maksat Bolşevizm'e geçmiş
olan Sovyetlerle iyi ilişkiler kurmak, Milli Mücadele'de onlardan para ve silah
yardımı almak, ayrıca milletlerarası arenada Sovyetlerin siyasi desteğini almaktır.
İşin daha ilginç yanı ise, Türkiye'deki bir kısım
zevatın, Türkiye Komünist Partisi'nin ciddiyetine inanmayarak direk Sovyetler
Birliği Komünist Partisi'ne üye olmalarıdır ki; bu zevatın başında ünlü
yazarımız Şevket Süreyya Aydemir gelmektedir. Şevket Süreyya, Rusya Federatif
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSR), sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi
üyesidir(1). Özet olarak söyleyecek olursak; Türkiye, Milli Mücadele yıllarında
batıya karşı istiklalini, biraz da Sovyetlerin (elbette kendi menfaatleri için)
verdiği destekle kazanmıştır.
Galiba tarih tekerrür ediyor ve galiba Türkiye,
batıya karşı tam bağımsızlığını yine Rusya'nın desteği ile elde edecek!
S-400'ler konusunu biraz da bu şekilde değerlendirmek gerekiyor bence. Bana
göre; S-400'ler konusunda şimdiye kadar sürdürülen tavizsiz tavır ve bir
anlamda ABD'ye çekilen rest, Türkiye'nin tam bağımsız bir ülke olmasıyla
yakından alakalıdır bize göre! Bundan geri dönüş veya "Barış
Konuşlanması" vs. afili isimlerle S-400'lerin aktif hale getirilmemesi,
tam bağımsızlığımızdan ödün verilmesi anlamına gelecektir ve tam bağımsız olma
yolunda büyük bir fırsat böylece kaçırılmış olacaktır. Devletimizi
yönetenlerin, bunun bilincinde olduklarını sanıyorum.
Sanırım Türkiye için tarih tekerrür ediyor ve Birinci
Cihan Harbi öncesinde yaşananları tıpkı bir dejavu gibi tekrar yaşıyoruz. Daha
doğrusu keşke bu bir dejavu olsaydı, ancak benzer bir olayı tekrar yaşıyoruz
milletçe.
Hatırlayın lütfen, İngiltere Birinci Dünya Savaşı
arifesinde parası peşin ödenen iki Savaş gemimizi (Sultan Osman-ı Evvel ve
Reşadiye) teslim etmemiş ve Türkiye, bu iki geminin dolduracağı boşluğu,
kendisine sığınan Goben ve Breslau isimli iki Alman savaş gemisini satın alarak
kapatmak zorunda kalmıştır! Yavuz ve Midilli isimleri verilen bu iki geminin
yaptığı ilk iş de Sovyetlerin Karadeniz kıyılarını topa tutarak Osmanlı'yı
Almanların yanında savaşa sokmak olmuştur!
İngiltere ise
parasını ödediğimiz bu iki gemiyi gaspetmek suretiyle Agincourt ve Erin
isimlerini vererek kendi donanmasına katmış, gemileri teslim almak için
İngiltere'ye giden Rauf Orbay komutasındaki Türk denizcileri ise Ülkeye elleri
boş dönmüşlerdi. İngiltere, savaş sonrasında bu gemiler için ödenen paraları,
savaş tazminatı sayarak bir kuruşunu bile geri ödememiştir(2).
Bugün de dünün İngiltere'sinin politikalarını
uygulayan ABD, bedelini ödediğimiz F-35'leri vermiyor (vermeyeceğiz diyor)
bize. Muhtemelen bu uçakların kullanımını öğrenmek ve teslim alıp Türkiye'ye
getirmek için aylardır ABD'de bulunan pilotlarımız, tıpkı Rauf Orbay ve
arkadaşları gibi elleri boş döneceklerdir ülkeye. Zira geçtiğimiz 4 Temmuz günü
Habertürk TV'de yayınlanan "Türkiye'nin Nabzı" programına konuk olan
26. Genel Kurmay Başkanımız Org. İlker Başbuğ (Mealen) şunları söyledi:
"S-400'lerin gelmemesi diye bir şey olamaz.
Artık gelecek. Bana kalsa Ege'ye ve Güney'e konuşlandırırım. Ancak mümkün mü?
Mesela Rusya güneye kurulmasına olumlu yaklaşır mı? F-35 projesi 1.5 trilyon
dolarlık bir proje ve bu uçaklar radara yakalanmıyor iddiasıyla üretiliyor. Bu
uçakların Türkiye'ye verilmesi demek radara yakalanıp yakalanmadığının
S-400'ler vasıtasıyla test edilmesi demek olacaktır. Çünkü siz S-400'e
F-35'lerin teknik özelliklerini de yüklemek durumundasınız. Bu sebeple ben
F-35'lerin Türkiye'ye verilmeyeceğini düşünüyorum. ABD 1.5 trilyon dolarlık
projeyi riske atamaz. 1.250 milyon dolar verdik evet. Birinci Dünya Savaşı
öncesinde de iki savaş gemisi için İngiltere'ye para ödemiştik. Ancak İngiltere
parasını ödediğimiz gemileri vermedi. Demek ki tarih tekerrür ediyor. Bu
durumda savaş uçağı ihtiyacımızı ya başka ülkelerden karşılayacağız ya da kendi
milli uçağımızı üreteceğiz... "
İlker Başbuğ'a katılmamak mümkün değildir. Çünkü şu
anda İsrail'in elinde F-35'ler var. Mesela Hatay il sınırları içinde bulunan,
Amanos tepelerine, örneğin Suriye sınırındaki Yayladağı ilçesine yerleştirilecek
bir S-400 bataryası, İsrail'i baskı altına alır ve F-35'lerin eksikliklerini
ortaya çıkarır. Bu sebeple Yahudi lobilerinin ve 1.5 trilyon dolarlık projenin
sahibi olan üretici firman Lockheed Martin'in etkisindeki ABD yönetiminin
tavrını anlamak zor değildir. İşte sırf bu sebeple bile S-400'ler mutlaka
alınmalı, derhal Akdeniz'i ve yakın Ortadoğu'yu etkisi altına alabilecek bir
noktaya yerleştirilmeli ve hemen aktive edilmelidir.
Türkiye, bundan yaklaşık bir asır önce Yavuz ve
Midilli isimli iki savaş gemisini o gün için İngiltere'nin müttefiki olan
Rusya'nın açıklarına gönderirken, bugün Fatih ve Yavuz isimli iki sondaj
gemisini ABD'nin müttefiki olan Kıbrıs Rum Kesimi ve İsrail açıklarına
göndermiş bulunuyor. Fatih'ten sonra Yavuz Sondaj Gemisi de Kıbrıs'ın güneyine
ulaşmış durumda.
Türkiye, Fatih Sondaj gemisini adanın batısına, Yavuz
Sondaj gemisini de adanın güneyine konuşlandırarak ve bu iki geminin çevresine
savaş gemileri yerleştirerek adayı batıdan
ve güneyden abluka altına almış sayılır. Yani batıdan Yunanistan'ın
önünü kapatırken, Güneyden de o bölgede arama yapan uluslararası konsorsiyumun
hem ada ile irtibatını hem de hareketlerini kontrol altına almış bulunmaktadır.
Bu durum ülkemiz adına bir kazanımdır ve Türkiye,
hangi baskı ile karşılaşırsa karşılaşsın, bu gemileri bulundukları bölgelerden
çekmemelidir. Eğer bunun için savaşa girmek mukadderse girilmelidir. Zira bugün
Kıbrıs'ın güneyinden çekilirsek, yarın Anadolu'nun güneyinden de çekilmek
zorunda kalırız. İşte bu sebeple S-400'ler, kamuoyuna yansıdığı şekliyle
Ankara'ya Akıncı üssüne değil, direk Akdeniz'i etkisi altına alacak biçimde
Toroslara konuşlandırılmalı ve derhal aktif hale getirilmelidir. Çünkü Yavuz ve
Fatih sondaj gemilerini gelişmiş birer drondan ibaret İHA'larla koruyamayız.
S-400'ler ve Kıbrıs civarında sondaj konusunda Türk Kamuoyu kahir ekseriyetle
hükümetin arkasındadır, bu sebeple Sayın Cumhurbaşkanı ve hükümeti, bu iki
konuda arkasına bakmadan ve yalpalamadan yürümelidir.
S-400'ler için ABD'nin istediği, Dışişleri Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu'nun da "Zaten S-400 bir savunma sistemidir, saldırı
sistemi değil. Savunma sistemi, acil bir durum olduğu zaman, Türkiye’ye yönelik
füze saldırısı olduğu zaman devreye girecek. Durup dururken S-400’ler niye
devreye girsin? Bir kere maliyeti çok yüksek...”(3) diyerek destek verdiği
"Barış Konuşlanması" çıkışına E.Tuğ.Naim Babüroğlu, 09 Temmuz 2019
günü özel bir TV'nin gündüz kuşağında katılmış olduğu bir tv. programında şu
anlamdaki sözlerle karşı çıkmıştır: "S-400'lerin radarı 600 km. mesafede
olan bitenleri görerek kaydediyor ve bir veri tabanı oluşturuyor. Bunun için
sürekli aktif halde bulundurulmalıdır ki; bir veri tabanı oluşturabilsin,
hedefi tanısın ve risk anında hedefini isabetli olarak vurabilsin. Aktif hale
getirilmeyen S-400'leri satın almanın hiç gereği yoktur..."
Bence de yegane doğru ve isabetli görüş Sayın
Babüroğlu'nun görüşüdür. Mevlüt Çavuşoğlu'nu ise anlamak mümkün değildir!
Sözün özü: Bakalım Akdeniz'de denildiği gibi bir
savaş çıkacak mı; çıkacaksa Türkiye bu savaşta hangi ittifak içinde yer alacak
ya da yalnız mı kalacak? Rusya Türkiye'ye yine yardım edecek mi? Diyeceksiniz
ki; bunlar ne biçim sorular? Bu sorular o biçim sorulardır ve bu sorulara cevap
verilmiş olmalıdır ki; o iki sondaj gemisi, şu anda Kıbrıs açıklarında
demirlemiş bulunuyor! Zira devletler akılla ve bilimle yönetilir, artistlikle
değil...
Ömer Sağlam 11.07.2019
______