Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe
1950'li yıllardan bu yana
başlıbaşına bir başlık, bir alan olarak ele alınmaya başlayan popüler kültür
terimi 1980'lerden bu yana egemen kuramcılar tarafından kitle kültürünün yerine
kullanılıyor. Teknolojiye hakim sermayenin yeni medya olarak adlandırdığımız
interaktif iletişim kanalları da yüzyılın başında etkili ideolojik silahları
haline sokuldular.
Sözde bol bol demokrasi nutuklarının atıldığı
günümüzde silahlanma bireyleri etkilemenin halen en geçerli yöntemlerinden
birisidir. Başta ABD olmak üzere dünyaya egemen olan güçlerin insanlığa biçtiği
tarihsel rolde hep laf üstünde çıkarlar sözkonusu olunca uluslar arası hukuk
olarak ortaya konmuştur. Diğer yandan savaşın en geçerli çözüm yolu ele
alındığı günümüzde şiddetle beslenen güçlerin dünyada açlık, sefalet, yoksulluk
sürerken silahlanmaya milyarlarca dolar harcamaları ise insanlık adına utanç
verici: Bir yanda dev bütçeleri, karlarıyla batının silah, petrol tekelleri,
diğer yanda sözde demokrasiyle, yoksunlukla avutulan şiddete uğrayan ve
kaynakların gerçek sahipleri olan emekçiler...
Evrensel değerleri paylaşmakta adaletli
davranmayanlar önce şiddetle yaratamadıkları zenginliğe "kültürel"
silahlar kullanarak ulaşmayı deniyorlar. Bir Afrikalı sözü bunu iyi özetlemiyor
mu?: "Beyazlar geldiğinde İncil onların, topraklar bizimdi. Gittiklerinde
İncil bizim, topraklar onların olmuştu"... Demokrasi, insan hakları,
bağımsızlık ya da özgürlük diye özetlenen batılı felsefesi sadece bireyciliğe,
çıkarlara dayalı bir eşitsizlik ve çelişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüzde
açlıktan, şiddetten, ve savaşlardan ölen binlerce hatta milyonlarca insanla çok
açık bir acı tablo sergileniyor. Sömürgecilerin günümüzde dayattıkları değerler
hegemonya sürdürmekten başka bir anlam taşımıyor.
Sinema, televizyon filmleri, basılı araçlar
derken yeni medya olarak tanımlanan internet vs. ile günümüzde kitlesel
iletişim araçları YDD'nin egemen çevrelerine kitleler için her türden çekici,
dayanılmaz gelen olanaklar sunmaya başladı. Popüler filmler hicvedilip eleştiri
olarak yaygın iletişim tekellerinin sponsorluğunda kotarılsa da onlar da cep
telefonlarına mesaj olarak iniyor, fragmanları izleniyor, müzikleri dinleniyor.
Gazete sayfalarında bu filmlerle ilgili boy boy ilanlar veriliyor, haberler
yayınlanıyor. Milyonlarca dolarlık bütçeler bu filmlerin yapımı için
harcanıyor: Film platoları kurulup kostümler dikiliyor, binlerce figüranla
oyuncu, set işçisi ve teknik ekip o yapımlarda rol alıyor. Sonuçta afili
markalarla "jan jan"lı filmler kitlelerin zevk ve arzularına göre
pazara sunuluyorlar.
Artık reçeteler de hazır. Çok azı dışında hiçbir
film eleştiriye, sansüre uğrayamıyor. Çünkü medya ve sinema tekelleri iletişim
sektörünün önemli bir bölümüne hakim, kitlelere kendi istedikleri elbiseyi
biçip giydiriyorlar, çıkara uymayan yeniden biçimlendirilip kitabına
uyduruluyor. ABD'ye saldırı ve tehdit bu filmlerde olduğu gibi tüm dünyaya
yapılmış -aslında düzene- sayılıyor ve neredeyse toplu olarak ve derhal
karşılık buluyor. İşgalciliğine karşılık Amerikan tür filmlerinde ve özellikle
günümüzde revaçta olan bilim-kurgularında istilacıların da şer gücü olarak
gösterilmesi bir paradoks değil mi?
Batı dünya politikasını kültürel araçlarla
yönlendiriyor. Dünya ekonomisinin yarıdan çoğunda söz sahibi olduğu gibi
günümüzde ülkemizde ve pek çok ülkede film pazarının da önemli bölümünü elinde
tutan ABD'nin başını çektiği batılı uygarlığın önce topraklarına sahip çıkıp
köleleştirdikleri yerlilerle bugün işgal ettikleri topraklarda yaşayan gerçek
emekçilere uygulanan politikalar arasında pek fark yok, Afrika'da, Amerika'da
veya Asya'da zorla sömürgeleştirilen ve günümüzde kültürel aygıtlar ya da
şiddet zoruyla işgale uğrayan ülkeler hem bağımsızlıklarını hem de kaynaklarını
yitirmiş oluyorlar. Ötekisinin kim olursa olsun çıkarlar uğrunda tıpkı popüler
sinemanın tanımladığı gibi mitler, beyaz adamlar, sözde kahramanlar tarafından
dışlanması sonra düşman ilan edilip yok edilmesi gerekiyor. Tekeller kazansın,
düzen sürsün diye bu kısır döngü için açlıklar, yoksulluklar ve savaşlar
sonucunda binlerce, milyonlarca insan feda ediliyor.
Kitle iletişim aygıtlarınca kullanılan kültür
Althusser gibi kuramcılara göre devletlerin tipik ideolojik aygıtlarından
birisi. Beyin yıkamak için güçlü bir silah olan medya onu mülkiyetinde
bulunduran burjuvalarca birçok işlevine rağmen sadece çıkarlar için
kullanılıyor (özellikle propaganda, zevk ve eğlence aracı olarak).
Hegemon öte yandan yetinmeyip kitleleri sistemin
aygıtlarıyla kontrol altına alıyor. Uydu, bilgisayarlar ve kameralarla yığınlar
sürekli gözlem altında tutuluyor. Yaşanılan her alan "panoptikon"
tipi hapishaneye dönüştürülmüş durumda. Göçmenlere, bir zamanlar zorla
köleleştirilen insanların torunlarına batılılarca reva görülen muamele artık
bu. İşçiler, işsizler, evsizler, yoksullar, zenciler başta ABD kapitalizminin
mağdurlarına olmak üzere batı şimdi aygıtları daha da geliştirilmiş bir izleme
modeliyle yaklaşıyor. Popüler sinema ise bu gerçek üzerine kurulu; Ödül ve ceza
içeriyor...
Popüler sinema türlerinin hepsi otorite
sürdürmek gibi amaçlı. Geçen yüzyılın başında ABD'nin militer kuruluşlarının
girişimleriyle tüm dünyaya ve ülkemize de giren Amerikan popüler tür sineması
kültürel emperyalizm ve kapitalizmin bir silahı olarak kullanıldı.
Hatırlanacağı gibi önce western, sonra müzikalleri ardından sıklıkla korku ile
bilim ve kurgu filmlerini devreye soktu. Western kahramanları yerlilerin
topraklarını işgal eden beyaz adamın otoritesini ve uygarlık getirdiğini iddia
ederek meşruluğunu temsil ediyordu, müzikallerle sürekli sekteye uğrayan
kapitalizmin bunalıma soktuğu bireylerle topluma yeniden özgüven aşılanıyordu.
Korku sinemasıyla sistemin dışına çıkanlara gözdağı veriliyor, bilim-kurgu da
dünyaya aslında ABD'ye saldıran -uzaylıların- yabancıların kötülüğüne gönderme
yapıyordu.
1980'lere gelindiğinde bir yandan hızlı
endüstrileşmeyle sinema Amerikan tekellerine kalmış bir yandan da radyo ve
televizyonun ülkemizde olduğu gibi bütün dünyada sermayenin kontrolu altına
girmesiyle iletişim toplumsal işlevini kaybederek burjuvazinin denetiminde tek
yönlü ve tüketim amaçlı iletişim halini almıştır. Telekomünikasyon ve
yayıncılık gibi yatırım maliyetleri yüksek iletişimle ilgili alanlar buna
karşılık sermaye için sadece kar eden kuruluşlar olarak görülmeye başlanmıştır
ya da bu kuruluşlar emperyalist amaçlarla devletin iktidar ve hegemonya
sürdürmekte kullandıkları birer propaganda aracı haline sokulmuşlardır.
Kitle kültür kavramı sanayi devrimi sonrası
ortaya çıkmış ve kültürel değerler burjuva sınıfı sermaye ideolojisinin
istediği gibi hızla biçimlenmeye başlamıştı. Kitlesel araçların gelişip devreye
girmesi özellikle bu alanda endüstrileşmenin bu sürecin hızlanmasında rolü
büyük oldu. Kitle iletişim araçlarının kullanımı bütün dünyada yaygınlaştıkça
tek yönlü kültürleme süreci çeşitli toplulukları ve kültürleri hegemonun
istediği doğrultuda homojenleştirmişti. Eskiden Roma'ya çıkan yollar ABD'ye,
emperyalist merkezlere uzanıyor, geçmişin ikmal merkezleri yeni
"parangarice"i bu odaklardan beslenen sinema salonları, dağıtım
şirketleri, tv kanalları vs. oluyordu günümüzde. Aynı elbise yalnız ekonomileri
değil bedenleri de sarmaladı.
Bentham'ın fiziki Foucault'un metafor olarak
tanımlamış oldukları bugünkü F tipleriyle somutlanan küresel hapishane diye
özetleyebileceğimiz dünyada aynı kitaplar okunup herkese aynı filmler
izlettiriliyor. Marx'ın "bireylerin yaşamlarını ortaya koyuş tarzı,
onların ne olduklarını çok kesin olarak yansıtır" demesinde olduğu gibi
toplumsal ilişkilerin ve günlük yaşamın bir aynası olan birey zor veya kültürel
yolla şekillendirildiği sistemin de bir parçası haline getiriliyor.
Yeni sömürgecilik ya da neo-emperyalistler kendi
bildiklerini okuyup kararlarını uygular çeşitli uluslar arası kurumlar ve
mekanizmalar kanalıyla batılı değerler diye yuttururken silahlanmaya
milyarlarca dolar harcıyor. Her yıl binlerce çocuk ise beslenme yetersizliği,
hastalık ve savaşlar nedeniyle ölüyor (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
daimi üyesi olan 5 ülkenin silah üretimindeki toplam payı yüzde 88 olup günde
800 kişi bu silahlarla can veriyor. Oysa dünyada hergün 24 bin kişi açlıktan ve
yetersiz beslenmeden hayatını kaybediyor. Silah satışında ve militer harcamalarda
başı çeken ABD'nde ise yılda 300 bin kişi aşırı beslenmekten ölmekte, bu ülkede
3 yetişkinden biri obesittir)...
Güneş balçıkla sıvanamaz. Tekelci kapitalizm bir
yandan meta üretim ve tüketimli dayattığı yaygın kültür bir yandan yarattığı
imajlara dayalı sahte dünyasıyla sorumlusu olduğu bu anlamsız ve insanlık dışı
çelişkiyi örtmeye çalışırken bir yandan amansız gibi görünen yaman çelişki
acımasızca daha da sarıyor kitleleri ve Hasan Hüseyin'in "Amenna"
adlı şiirinde dile getirdiği bir gerçeklik olarak küresel şiddet yoluyla
sürekli sürekli savunuluyor.
Tamer Uysal 13.1.2020