Amcalarıyla Ficar savaşlarına katıldı ama bu savaşlarda muharip güç içinde yer almadı, geri hizmetlerde görev yaptı. Düşman tarafından atılan okları toplayıp amcalarına verdi. Güvenilir birisiydi ve bu yüzden "El Emin" sıfatıyla anıldı. Bu sıfatına istinaden Kâbe'nin tamiri sırasında Hacer'ül Esvet taşının yerine yerleştirilmesi sırasında hakemlik yaptı. 25 yaşında Mekke'nin zengin dullarından Hatice'nin ticaret kervanlarının yönetimine getirildi ve kendisiyle evlendi.
Geleneksel İslam düşüncesi, peygamberi özetle ve genel ifadelerle böyle anlatır bize. Büyük ölçüde birbirinden kopya çeken kaynaklarda da böyle yazılıdır.
Beşer Olarak Hz. Muhammed
Görüldüğü gibi geleneksel İslam düşüncesine göre Hz. Muhammed, oldukça silik ve hatta (teşbihte hata olmasın) ezik bir hayat yaşamıştır Peygamberlikten önce. Bize göre; böyle bir şahsın, 40 yaşından sonra birden liderlik vasfını öne çıkartarak kanaat önderi olması, dahası hayatları birbiriyle savaşarak, çapul ve yağma yaparak geçen, devlet otoritesinden uzak kabileleri bir araya getirip onlardan çağdaş anlamda bir devlet yaratması, tarihin ve hayatın olağan akışına uygun değildir. Bu durumu, Kur'an ayetleriyle, vahiyle, Allah'ın ve meleklerin yardımı ile açıklamak da isabetli olmaz ve yetersiz kalır.
Oysa biz biliyoruz ki; henüz gençliğinden ve Mekke döneminden itibaren etrafında sürekli olarak ekonomik bakımdan zengin, bilgili ve güçlü şahsiyetler bulunmuştur. Örneğin yakın arkadaşları Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam, Mekke'nin en zengin ve saygın şahsiyetleri idiler. Hz. Ömer ise eğitim düzeyi yüksek, yöneticilik, özellikle diploması alanında uzman bir kişiydi. Hz. Hamza ise bileği güçlü bir şahsiyet olarak savaşçı biriydi. Peygamber, bu arkadaşlarından ziyadesiyle faydalanmış, onlar Peygamberi mallarıyla ve canlarıyla desteklemiş, düşünce ve telkinleriyle yönlendirmişlerdir. Ki; Peygamber, Mekke döneminde ve henüz ortalıkta bir devleti bile yokken, muhtemelen Habeşistan hükümdarı Eshame ile diplomatik ilişki kurmuş ve bir grup Müslüman'ı himaye etmesi için kendisine göndermiştir. Akabe denilen mevkide Medineli Evs ve Hazrec kabilelerinin reisleriyle görüşmüş, onları Medine'ye taşınma, sığınma ve kendilerini himaye etmeleri konusunda ikna etmiştir.
Hz. Peygamber, doğmadan önce babası Abdullah vefat etmiştir ama doğduğunda 6 tane halası, 9 tane de amcası vardır. Dedesi Abdülmuttalip, Mekke şehir devletinin reislerinden birisi, amcalarından Ebu Talip zengin bir zahire tüccarı, diğer amcası Hamza, Mekke'nin en gözü pek ve sözü dinlenir adamlarından birisidir. Hemen bütün kaynaklarda, Kâbe'yi yıkmaya gelen Habeşistan'ın Yemen Valisi Ebrehe ile Mekke ahalisini temsilen görüşen kişinin Abdülmuttalip olduğu söylenir. Buradan anlamamız gereken, Ebrehe, ancak onu muhatap almış, ancak onu kendisine denk saymıştır. Bu demektir ki; Abdulmuttalip o sırada Mekke'deki kabile reislerini en güçlüsüdür. Ya da eşitler arasında birincidir.
Bu durumda dememiz gerekir ki; Hz. Muhammed, devrine göre aristokrat, zengin ve güçlü bir ailede doğmuştur. Özel dadısı tarafından yetiştirilmiş, bütün zenginlerin yaptığı gibi, dedesi tarafından Arap kültürünü, geleneklerini ve en önemlisi de Arap dilini kaynağından öğrenmesi için badiyede (çölde) yaşayan bedevi kadını Halime'ye teslim edilmiştir. Hz. Peygamber'in, iki yaşında iken Süt Anne olarak Halime'ye verilmesini, bakım ve hele hele evlatlık olarak anlamamak gerekir. Bu, süt anne olayı, kadim bir Arap geleniğidir. Dikkat edin lütfen, o sırada Hz. Peygamber'in öz annesi Amine henüz hayattadır ve her türlü ihtimamı biricik oğlunun üzerindedir. Muhtemelen zaman zaman çöle giderek oğlunu görmektedir.
Öyle ki; İlahiyatçı İhsan Eliaçık, Hz. Peygamber’in bu yönü hakkında “25 yaşında ‘Hilfu’l-Fudûl’ (Erdemliler İttifakı) adlı bir teşkilata ‘adalet’ üzerine yemin ederek girmişti. Teşkilatın kurucuları arasında yer almıştı. Bu teşkilat Mekke’de haksızlığa uğrayan, zulme maruz kalan garibanları, kimsesizleri, yoksulları, yolu kesilenleri (İbn’us-Sebil) koruma ve kollama amacıyla kurulmuştu.” dedikten sonra İbn Kudame’nin ‘El-Muhabber’ isimli eserinden alıntı yaparak şu örneği veriyor:
“Örneğin böylesi bir olayda, Mekke’ye kızı ile birlikte gelen bir köylünün yolu kesilmiş, satmak için getirdiği malına ve kızına şehre hükmeden yedi-sekiz tefeci bezirgândan birisi olan Ebu Cehil el koymuştu. Adam yana yana derdine çare arıyordu. Oradan birisi 'Muhammed adında bir genç var, ona git, böyle işlerle ilgileniyor, sana yardımcı olur' dedi. Adam, o yıllarda henüz 25 yaşlarında olan genç Muhammed’e gelerek derdini anlattı. Muhammed, derhal yanına kendisi ile aynı yaşlarda olan 10-12 kişilik bir grubu alarak tefeci bezirganın evini kuşattı. Kapıya vurarak adamın malını ve kızını geri vermesini istedi. Mekkeli kodaman, önce itiraz etti sonra da hiç olmazsa kızın bir gece kendinde kalmasını istedi. Muhammed, bu söze öyle sinirlendi ki alnındaki damar görünüyordu. Etrafındakilere işaret ederek kapıya yüklendi. Omuzuyla kapıyı kırmak için yükleniyordu. Derken gürültüden iyice rahatsız olan kodaman aşağı inerek kapıyı açtı. Muhammed yakasını toplayarak öyle bir sarstı ki Ebu Cehil daha sonra 'Azgın bir deve gibi üzerime geliyordu' diyecektir. Sonunda çaresiz adamın malını ve kızını teslim etti. Muhammed adamın malını kendisine vererek kızıyla birlikte, yanına birkaç kişi daha katarak gideceği yere kadar yolcu etti."(1)
“Yabancı bir adam Ebu Cehil’e mal sattı. Ebu Cehil malı aldı, parayı da ödemedi. Parasını isteyen adamı ise tehdit etti. Araya girenleri de kovdu. Adam çaresizce dolaşırken birileri Peygamberimize gitmesini söylediler. Adam da Peygamberimize gitti ve durumunu anlattı. Hz. Peygamber Müslüman olmayan bu mazlumu yanına alıp Ebu Cehil’in kapısına gitti. Kapıyı çaldı. Dışarı çıkan Ebu Cehil’e tek bir söz söyledi: 'Bu mazlumun parasını ver!' Ebu Cehil bu sözü tekrar ettirmeden parayı verdi. Sonraları müşrikler Ebu Cehil’in evine gelip bunun sebebini sordular. Bu kadar ısrara rağmen bu adama parasını vermedin; ama Muhammed’in tek sözü üzerine parayı verdin. Ebu Cehil şöyle cevap verdi: 'Muhammed’in arkasındaki dev deveyi görseydiniz! Ağzından köpükler saçan azgın bir deve arkadan bana bakıyordu. Vallahi biraz direnseydim, Muhammed’in arkasındaki deve beni parçalayacaktı. Korktum ve parayı verdim.'”(2)
Hangisini esas alırsanız alın; bu rivayetlerden anlaşılacağı üzere; Hz. Peygamber, daha 25 yaşlarında, günümüz sivil toplum kuruluşlarına benzer bir şekilde hizmet gören “Hilfu’l Fudûl” isimli bir örgüt kuruyor ve tamamı tıpkı kendisi gibi genç insanlardan oluşan bu örgütün gücüne dayanarak, Mekke’de yaşanan bazı küçük problemleri halletmeye çalışıyor. Ya da aynı maksatlarla kurulmuş böyle bir oluşuma üye olarak bazı problemlerin çözümünde aktif ve etkin rol oynuyor. Hilfu’l Fudûl örgütünün ilgi alanına giren problemler, muhtemelen Mekke şehir devletinin hükümet merkezi olan "Dar’ün Nedve" de görüşülecek derecede önem arz etmeyen küçük çaplı meselelerle sınırlı idi. Kavga-döğüş, hırsızlık-gasp, alışverişte hile, borcunu inkâr ve el koyma gibi küçük çaplı anlaşmazlıklar demek istiyoruz.
Ebu Cehil’in yakasını toplayıp adamı silkelediğini ve Ebu Cehil’in onun hakkında söylemiş olduğu “Azgın bir deve gibi üzerime geliyordu” şeklindeki sözlerini dikkate alırsak, “Hilfu’l Fudûl” isimli bu örgütün, sadece ikna metodunu kullanmadığını, bazen muhataplarına aba altından sopa gösterdiğini de kabul edebiliriz ki; bu durum, o gün için gayet normaldir. Yani 25 yaşında bir genç olan Hz. Muhammed’in kurucu üyesi bulunduğu (ya da en azından kuruluşunda görev ve sorumluluk üstlendiği) bu örgüt, muhtemelen zaman zaman Ebû Cehil gibi adamların anlayacağı dilden de konuşmasını biliyordu! Dolayısıyla tahmin ediyoruz, yukarıda da zikrettiğimiz üzere; O’nun Kâbe hakemliği sırasında da muhtemelen arkasında “Erdemliler Paktı” diyebileceğimiz “Hilfu’l Fudûl” denilen ve üyelerinin tamamı gücü ve kuvveti yerinde, bileğine ve yüreğine sağlam gençlerden oluşan bu örgütünün gücü bulunuyordu!
"Okur yazar olmadığı" anlamında "Ümmi" demek Peygambere yapılacak en büyük iftira ve bühtandır. Okur-yazar idi. Amcalarıyla kışları Sasaniler'in vassalı olan Hireliler (ya da Lahmîler) tarafından yönetilen bugünkü Baheyn, Kuveyt ve Katar gibi emirliklerin bulunduğu bölgelerdeki ticaret ve fuar merkezlerine, yazları ise Bizans'ın vassalı olan Gassanilerce yönetilen bugünkü Suriye taraflarına ticari seferlere katılarak ticaretin kurallarını öğrendi ve bu konuda o kadar başarılı oldu ki; bu başarı, kendisine Mekke'nin zengin ve dul kadını Hatice'nin kervanlarının başına yönetici, günümüz ifadesiyle CEO (siyo) olarak tayin edilmesiyle sonuçlandı.
Ticaret, hesap kitap yapmayı, kâr-zarar dengesini gözetmeyi, işlemleri kayıt altına almayı zorunlu kılar. Kur'an bile kayıtlı ekonomiyi önermektedir(3). Ümmi olan, yani okur yazar olmayan bir adam, ticarette bu kadar yükselemez. Hz. Peygamber'in mesleğinin çobanlık değil, tüccarlık olduğuna Kur'an bile şahadet eder. Kur'an'da çobanlık hakkında ayet var mı fazla emin değilim ama ticaret hakkında onlarca ayet vardır. Bunun bir sebebi de olsa olsa Peygamber'in, içinde yaşadığı insanlar gibi ticaretle meşgul olması ve ticaretle meşgul olan bir kavme hitap ediyor olmasıdır. Keza, ticaret konusunda pek çok hadisi de vardır peygamberimizin. Ticareti hep övmüş ve teşvik etmiştir. "Ticaret yapın, çünkü rızkın onda dokuzu ticarettedir" şeklindeki rivayetin, sahih hadis olduğunu söyleyen kaynaklar vardır(4).
25 yaşında iken kervanlarının yöneticiliğini yaptığı ve patroniçesi durumundaki Hz. Hatice ile evlendi. Hatice'nin sırf güvenilir olmasından hareketle cahil bir çobanla evlenmesi akla uygun değildir. Bugün Sabancı Holding'in başındaki Güler Sabancı'yı düşünün lütfen; evlenecek olsa sıradan bir adamla mı evlenirdi? Hatice, muhtemelen "Hılf'ul Fudul" örgütü üyeliğinden beri genç Muhammed'i yakından takip ediyordu. Tabiri caizse lider ruhlu bu genci ta o zamandan gözüne kestirmişti! Genç Muhammed'in, Hılfu'ul Fudul örgütü içindeki faaliyetleri, muhtemelen Hatice'nin de kulağına gitmiş olmalıydı ki; bu cesur delikanlıyı önce kervanlarının başına yönetici, arkasından da kendisine eş olarak seçmiş olmalıdır.
"Amcalarıyla birlikte Ficar savaşlarına katılmış, ancak geri hizmetlerde bulunmuş, düşman tarafından atılan okları toplayarak amcalarına vermiş, kendisi silah kullanmamıştır" kabulü de bize göre hayatın olağan akışına aykırıdır. O savaşlarda diğer gençler ne yaptıysa, nasıl davrandıysa O da öyle yapmıştır. Ok da atmıştır, kılıç da kullanmıştır. Geçenlerde bir sohbetimiz sırasında bir Müftü Efendi söylemişti; bizzat kafasını uçurduğu bir İslam düşmanı vardır mesela! Bedir'den başlayarak, hemen bütün savaşlarda ordusunun başındadır. Uhut Meydan Savaşı'nda yanağından yaralanmış, dişleri kırılarak Gazi olmuştur! O savaşta üzerinde bir zırh da vardır ki; bu durum, savaşta ön saflara kadar vardığını ve bu yüzden düşmanın saldırısına muhatap olduğunu göstermektedir. Hz. Muhamed'in kılıcı, oku ve yayı denilerek bugün Topkapı Sarayı'nda sergilenen silahlar da O'nun gerektiğinde bu silahları kullandığına karine teşkil eder. Hendek Savaşı sırasında "Kubbet-it Türk" adı verilen Türk yapımı bir çadırı karargah olarak kullandığı şeklinde rivayetler vardır çeşitli kaynaklarda.Bu demektir ki; Hz. Peygamber, Türklerin varlığından haberdardır. Esasen Mekke'de Süreyciler denilen ve demircilikle ve herhalde kılıç yapımı ile uğraşan bir Türk ailenin olduğunu söyler kaynaklar. Aynı kaynaklarda, İslam'ın ilk kadın Şehidi Sümeyye'nin de Türk kökenli ve asıl adının da Pamuk (Yamih) olduğuna ilişkin bilgiler vardır(5).
Ümmi Kimdir Ümmilik Nedir?
Bütün bu görüşlerimizde elbette yanılıyor da olabiliriz. O zaman da "Bir müçtehit, içtihat eder ve içtihadında isabet ederse iki sevap; hata ederse bir sevap kazanır.”(13) hadisine sığınırız. Elbette biz Müctehid değiliz ama bu hadisi kıyasen kendimize de uygularız. Niyetimizin halisane olduğundan ve Peygamber'i sürekli uçuran şeyhlerin ve softaların elinden kurtarıp yere indirmeye, O'nun beşer yönünü anlatmaya çalıştığımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın...
4-İbn Hacer el-Askalânî, Metalibü’l-aliye, Beyrut, 3/302, h.no, 3620
5-Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, bu konuyu birçok kitabında işlemiştir.
6-Dr. Osman Keskioğlu, Kur’ân-ı Kerîm Bilgileri, s.75, TDV. Yayınları, Ankara,1989.
7-Recep İhsan Eliaçık, 23.08.2006 tarihli ve “Peygamberimiz okuma yazma bilmiyor muydu?” başlıklı makalesi, http://www.haber10.com/makale/
8-Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli, TDV. Yayını, Ankara, 2000.
9-http://www.kalemzede.wordpress.com (paragraf içinde parantez tarafımızca konulmuştur. Ö.Sağlam).
10-Ragıb İl İsfahani, Müfredât-Kur'an Kavramları Sözlüğü, Çev. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul,2007, s, 134-137.
11-Ankebût, 29/48.