Din Adamlarına Açık Mektup [Ömer Sağlam]




Milli Mücadele sırasında Müftü, vaiz, İmam, müderris vs. unvanlar taşıyan 153 din adamı, Padişah Vahdettin'in fermanına ve amirleri durumundaki Şeyhülislam Dürrizâde Abdullah Efendi'nin fetvasına karşı bildiri ve karşı fetva yayınlamışlardı.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, bu din adamlarının vaaz, irşad, telkin, tavsiye, hatta Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi ve Afyon Vaizi Şükrü Efendi örneğinde olduğu gibi; bazılarının da milis kuvvetleri kurarak cepheye koştukları çetin mücadelelerle kazanılan Milli Mücadeleyi, "İşgal Girişimi" olarak nitelendirmek suretiyle küçümsemekte ve önemsizleştirmektedir.

Oysa olay bir işgal girişimi değil, 1918-1923 yolları arasında olmak üzere tam dört yıl süren fiili işgaldir. 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'na dayanarak 13 Kasım 1918 günü İstanbul'u işgal eden İngiliz kuvvetleri, yaklaşık 5 yıl (4 yıl 10 ay 23 gün) sonra olmak üzere; 6 Ekim 1923 günü Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu'nun İstanbul'a girmesiyle İstanbul'dan def olup gitmişlerdir.
İşgal Kuvvetleri Komutanları, Türk Bayrağı'nı Böyle Selamlayarak Geldikleri Gibi Gittiler İstanbul'dan...

Düşman, harimi ismetimiz ve namusumuz olan payitahtımız dahil her yerimize girmiş, kadınlarımızın, kızlarımızın namusuna tasallut etmiştir. Maraş'ın kahraman evladı Sütçü İmam, Türk kadınlarına sataşan Fransız askerlerine ilk ateşi açarak Maraş savunmasını başlatmış ve şehre Kahramanlık unvanının verilmesine giden yolu o açmıştır.

Sakarya Meydan Savaşı ve devamındaki Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Savaşı, sadece İkinci Viyana Kuşatması'ndan sonra başlayıp yaklaşık 2.5 asırdır devam eden ve sadece 2. Abdülhamit döneminde 1.6 milyon km. karelik toprak kaybına sebep olan ricatı, yani geri çekilmeyi durdurmakla kalmamış, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının anaları ve bacıları da dahil, topyekun bir milletin namusunu kurtarmıştır.
DİB Başkanı Ali Erbaş'ın Zafer Haftası Twiti

Atmış olduğu yukarıdaki twitle, Türk'ün varoluş ve hayat-memat mücadelesi olan Milli Mücadele'yi sıradan bir işgal girişimini önleme mücadelesi gibi sunan Osmanlı hayranı Ali Erbaş'a hatırlatalım; Bursa'yı işgal eden Yunan güçlerinin Komutanı Sofokles'in, Osmanlının kurucusu Osman Gazi'nin kabrini tekmeleyerek "Kalk Koca Osman. Kalk da kurtar torunlarını" derken çekilmiş şu fotoğraflarını göstermek isteriz:
Sofokles ve Beraberindekiler Osman Gazi'nin Türbesi'nde Gururla Poz veriyorlar

Bursa'nın 8 Temmuz 1920 günü işgali ve aynı zamanda Venizelos'un oğlu olan Sofokles'in Osman Gazi'nin kabrine saygısızlık etmesi üzerine, Büyük Millet Meclisi Başkanı olan Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine, adeta adı konulmamış bir ulusal yas ilan edilmiş ve bunun alameti olarak da BMM kürsüsüne siyah bir örtü (Püşide-i Siyah) örtülüyor. Bu örtü, ancak Bursa'nın işgalden kurtarıldığı 11 Eylül 1922 günü kaldırılmıştır!
Bursa'nın işgali üzerine BMM Siyah Örtü örtülüyor

Osmanlı'ya sahip çıkmak, Sayın Ali Erbaş'ın geçtiğimiz yıl Ayasofya'nın ibadete açılışı sırasında okumuş olduğu hutbede, Ayasofya'yı ibadete kapatanları "zalim" olarak nitelendirmek suretiyle söz konusu kararın altında imzası bulunan Atatürk'e imaen de olsa hakaret etmekle değil, tıpkı Sofokles'in kabrini tekmeleyen o ayakları 9 Eylül 1922 günü İzmir'den denize dökmekle olur...

Bugün sayıları 153 bini aşan din adamlarının, bir asır önce 153 din adamının gösterdiği cesareti ve yürekliliği gösterememesi ve Ali Erbaş'ın, bir 10 Kasım arifesinde tescilli Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Kadir Mısıroğlu ziyareti ile başlayıp, Ayasofya'nın ibadete açılışında okuduğu hutbe ile devam eden ve on binlerce şehit verme pahasına 5 yıllık işgale son veren Kurtuluş Savaşı'nı sıradan bir işgal girişimi olarak nitelendirmesiyle zirve yapan Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı karşısında sessiz kalmaları ve iki kelimelik bir itiraz cümlesi bile kuramamaları ne hazindir!

Son yıllarda verilen abuk sabuk fetvalar ve DİB Mensubu din adamlarınca kadınlar hakkında söylenen aşağılayıcı sözler karşısındaki tepkisizlikleri ise utanç vericidir. Din adamlarındaki bu ölü toprağı serpilmiş hale baktıkça, Boğaziçi Üniversitesinde yanlı ve yanlış rektörlük atamalarına bir yıldır direnen öğrenci ve öğretim üyelerine olan saygım bir kat daha artmaktadır benim.

Şahsen benim Diyanet'e bağlı din adamlarına ve Taliban terör örgütünü Peygamber ordusuna, Kabil'in ele geçirilmesini de Mekke'nin fethine benzeten ve Taliban'ın başarısını "İslam'ın Zaferi" gibi nitelendiren ilahiyatçılara hiç bir güvenim ve onlardan hiç bir umudum kalmamıştır. Millet kendi din adamlarını kendisi bulmak zorundadır. Elbette sözüm Bayburt şehir meydanında Taliban'ın zaferini kutlamak için lokum dağıtanlara değildir!
Taliban'ın Zaferi İçin Bayburt'ta Lokum Dağıtıldı!

Atatürk Olmasaydı İstanbul'u Ancak Turist Olarak Görebilirdik
Sakarya ve Dumlupınar Zaferlerini kutlamak yerine Taliban'ın zaferini kutlamak maksadıyla Bayburt meydanında lokum dağıtanlar için Tarihçi-Yazar İlber Ortaylı şöyle diyor: "Burada seçimi tayin eden unsurlar son derece ilkel. Adamın biri kafasında külah, Taliban geldi diye lokum dağıtıyor. Resme baktım, Kabil çarşısında tuzu kuru bir tüccar mı diye düşündüm, baktım, Bayburtlu biriymiş. O Bayburtlu lokum dağıtmayı biliyor ama acaba coğrafya biliyor mu? Ne demek yani, Bayburt'un ortasında Taliban için lokum dağıtmak, deli midir nedir? Okul mevsimi yaklaşmış, git 2 çocuğu giydir. Bunu yapan kişinin doğru bir seçim yapacağına nasıl inanırsın?

Atatürk olmasa İstanbul’u turist gezisinde görürdük. Hiçbir yerde olmazdı. Muhtemelen bazı yerlerimiz yine kurtulurdu ama bugünkü Türkiye olmazdı. Atatürk olmasa Kurtuluş Savaşı kadroları bile hazırlayamazdı bugünkü Türkiye'yi. Çünkü orada en ileriyi gören ve bir tabirle en çılgını tek başına oydu. O Türkiye Mareşali'dir hakikaten. O orada olmasa bu iş başka türlü olurdu, bilmiyorum öyle bir Türkiye'yi sever miydik… Orta Anadolu'nun ortasında kalırdık, Ege filan hak getire, Trakya yok… İstanbul'da milletlerarası bir komisyon olurdu ve İstanbul'u turist rehberinde görürdün ancak. 'İngilizler gelir, gazete çıkarır, biz de yazardık' diyen de var. Atatürk Başkomutan olmasa, 30 Ağustos Zaferi ve Sakarya Savaşı olmasa İstanbul'u ancak turist gezisinde görürdük. Anadolu'nun bir yerine tıkışıp kalırdık."(*)

İlber Ortaylı'nın dediklerinin aynısını vaktiyle Atatürk'le ters düşmüş ve uzun süre yurtdışında yaşamak zorunda kalmış Rauf Orbay da söylemiştir kendisi gibi muhalif paşalarla yapmış olduğu bir sohbette. "Biz olmasaydık o yine başarırdı. Ancak o olmasaydı bizim hiçbirimiz başaramazdı!" demiştir Rauf Bey!

27 Ağustos Cuma Hutbesi
Malazgirt Zaferi'nin yıldönümünden bir gün sonra olmak üzere; 27 Ağustos Cuma günü okunan Hutbe'yi dinlemeyenler için söyleyelim; Hutbede Halife Ömer ve İyaz b. Ganem adı geçiyor ama Alpaslan ismi geçmiyor! Müslüman kavramı geçiyor ama Türk kavramı geçmiyor.

Hutbe, sanki, diğer etnik unsurları rahatsız etmesin düşüncesiyle Türk kelimesinin yasaklandığı "Anasır-ı İslam" anlayışının egemen olduğu Osmanlı döneminde okunan hutbeler gibi! Siz dersiniz Türkiye Cumhuriyeti, bir ulus devlet değil de sanki bir imparatorluk! Mevcut iktidarın Türkiye Cumhuriyeti için sık sık "İmparatorluk Bakiyesi" vurgusu boşa değil demek ki. Oysa bakiye, asıl değildir. "Jurassic Park" filminde olduğu gibi, bastonda saklı bir larvadan dinozor elde etmek sadece masallarda ve hayal dünyasında olur. Temsiliyet sorumluluğu da gerektirir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti'nin, Osmanlı'nın sorumluluğunu alma gibi bir görevi yoktur. Ülkenin kıt kaynaklarını, MB'nın rezervlerini eksiye düşürme pahasına sağa sola savurmaktan, orada burada çarçur etmekten vazgeçmek gerekiyor!

Ayrıca hutbeler, genelde, yıldönümleri hutbenin okunduğu günde veya yakın gelecekteki günlerde yaşanmış önemli olayları konu alır. 27 Ağustos tarihli hutbe ise geçmişte, yani bir gün önceki tarihte cereyan etmiş Malazgirt Zaferi üzerine bina edilmiştir. Oysa normalde üç gün sonra kutlanacak olan 30 Ağustos Zaferi'ni konu alması gerekirdi. Allah'tan sureti haktan görünmek için olacak, "Sakarya" ve "Büyük Taarruz" kavramları ismen de olsa zikredilmiş hutbede.
27 Ağustos Tarihli Cuma Hutbesi 

Diyarbakır'ı fethettiği söylenen İyaz Bin Ganem ismi de hayli ilginç. Başka anlamı var mı bilmem, ancak Arapça "Ganem" kelimesi "Koyun" demektir. Bu durumda İyaz Bin Ganem, "Koyunun Oğlu İyaz" demek oluyor! Dolayısıyla; Müslümanlar artık hutbeleri kör koyunun kaval dinlediği gibi dinlemekten vazgeçmeli ve tepkilerini göstermelidirler.



Ömer Sağlam Araştırmacı yazar/Şair 31.8.2021 


(*) https://t24.com.tr/haber/prof-dr-ilber-ortayli-taliban-geldi-diye-lokum-dagitan-kisinin-dogru-bir-secim-yapacagina-nasil-inanirsin,975132 

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN