Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte
edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde
yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: "Okulda"...
Biraz da
okul dışındaki yaşantımızdan bahsetmek istiyorum.
Ablamın gelişi ve küçük kız
kardeşimin doğumu ile birdenbire 3 çocuklu kocaman bir aile olmuştuk. Ortanca
kız olmak bana göre çok keyifliydi. Artık benim bir ablam vardı, ona çok
güveniyordum. Üstelik ben de ablaydım, sözümü dinleyen, bana güvenen bir
kardeşim vardı. Herkes sokakta oynarken benim gözüm hep kardeşimin üzerindeydi,
sanki ondan ben sorumluydum. Ve bu sorumluluk bana büyük bir zevk veriyordu ama
birazdan ona yaptığımız şakaları okuduğunuzda bunu pek o kadar da iyi
başaramadığımı göreceksiniz.
Biz üç
kardeş genelde iyi anlaşan çocuklardık. Birlikte olduğumuzda, başka kimse
olmasa bile, kendi kendimize yetebiliyorduk. Yalnız ablamla ben yaş olarak
birbirimize daha yakın olduğumuzdan beraber olup küçük kardeşime bazen acımasız
şakalar da yapıyorduk. Tabii bu şakaları yapabilmek için babamın adliyeye,
annemin de ya bir komşuya ya da kabul gününe gittiği zamanları kollamamız
gerekiyordu.
Ablam
ara sıra ayağını ya da elini berjer koltuğa sıkıştırmış gibi yapardı. Kardeşim
onu kurtarmak için var gücü ile uğraşır, tam çıkartacakken "ayy, bu koltuk
beni çekiyor" deyip daha derine iter, ablasını çaresiz bir durumda görüp de
bir şey yapamayan kardeşim çok üzülür, ağlardı.
Hiç
unutmuyorum, kardeşimin doğum gününden birkaç gün önce mutfaktaki çöpleri
küçük bir kutuya doldurmuş, kutuyu bir başka kutunun içine , sonra da daha
büyük bir kutunun içine yerleştirmiş, yaldızlı defter kaplama kağıdıyla sarmış,
saten kurdeleyle bağlamış, gösterişli bir hediye paketi yapmıştık. Doğum gününe
kadar, her gün "bak senin hediyen" diye paketi ona uzaktan gösteriyor,
merak ettiriyor, sonra da paketi onun ulaşamayacağı bir yere saklıyorduk. Doğum
günü geldiğinde sabah erkenden yanımıza geldi. İnanılmaz heyecanlıydı, nihayet
hediyesini görebileceği için belki de o gece heyecandan uyuyamamıştı. Biraz
nazlandıktan sonra paketi eline verdik, heyecanla açmaya başladı. Açtıkça bir
kutu daha çıkıyor, sonra bir kutu daha, sonunda çöpler ortaya döküldü. Yüzünde
beliren o ifadeyi, o hayal kırıklığını tarif etmeye sanırım kelimeler yetersiz
kalır.
Ablamla
hayalimizde bir gökler âlemi yaratmıştık ve birlikte o âleme ait öyküler
uyduruyor, kardeşime anlatıyorduk. Bir gün ablam kardeşime göstermeden üst
kattaki mutfakta bulunan sete çıkmış, oradan da çatı arasına tırmanmıştı. Ben
de kardeşime ablamın yok olduğunu, onu aramamız gerektiğini söyledim. Arama
bahanesiyle kardeşimle birlikte üst kata çıktık ve ben daha önceden kararlaştırdığımız
üzere yüksek sesle;
-
"Allah Allah, bu ablam nereye gitti? "diye bağırmaya başladım. Bunun
üzerine ablam tavandaki bir delikten aşağıya ilmik şeklinde bir urgan
sallandırdı ve sesini kalınlaştırarak;
- "Ben
Gökler Hâkimi, ablanız elimde, onu serbest bırakmam için küçük kardeşinizin
göğe yükselmesi gerekli, bu ipe tutunup gelsin yanımaaa!" diye bağırdı.
Bunu
duyan canım kardeşim ablasını kurtarmak için kendini feda etmekte, göğe
yükselmekte hiç tereddüt etmedi. Ben urgan kesmesin diye koltuk altlarına
yastık yerleştiriyordum, ablam çekmeye çalışıyor ama gücü yetmediğinden bir
yere kadar çekiyor, sonra ip elinden kayıyor, paldır küldür yere inen kardeşim
can havliyle;
- "Amca
ne olur ablama bir şey yapma, geliyorum!" diye bağırıyordu. Sonunda onun
daha fazla üzülmesine dayanamadık, ablam;
- "Gökler
Hâkimi kardeşin gelemediyse de çok gayret etti dedi ve beni affetti, aşağıya
gönderdi" diyerek çatıdan indi.
Özellikle
bu son şakamızı her hatırladığımda tüylerim diken diken olur, akıllı ve büyümüş
gibi görünseler de çocuklara küçük kardeşlerini emanet etmenin ne kadar
tehlikeli bir şey olduğunu düşünür ve bu tehlikeli oyun sonucunda kardeşim
düşüp sakatlanmadığı için Allah'a şükrederim.
Anı dizisi, gelecek yazı olan, "Ne Güzel Günlerdi Onlar"la devam edecek.
Semiramis Kanbak