Haydi, Görev Başına
İnsanımızın gittikçe daha fazla cahilleştiğini, kültür seviyemizin durdurulamaz bir şekilde yokuş aşağı kaydığını, bilim adamı unvanı taşıyanlara dahi güvenilemediğini vurgulayan tespitleri sık sık dile getirdim. Sizlerin konuya hangi hassas teraziyle yaklaştığınızı bilmiyorum ama ben, herkesin asli görevi olması gereken uyarma işini yerine getirmekten kaçmayacak, devam edeceğim. Bir önceki yazım bu konu üstüneydi. Bugünküyse devamı olsun.
.
Okumuş, Ekonomist Olmuş Ama
Televizyon başına geçince yapılan yanlışları görmek rahatsız eder beni. Yapılan yanlışları not alma gibi bir alışkanlığım da yok. Genelde homurdanıp geçerim. Aşağıda söz edeceğim örneklerin olduğu günler hariç. O günler rastladığım saçmalıklar o kadar rahatsız ediciydi ki sonunda not tutmaya başladım. Bu notlardan ikisini, "Geometrik çoğalma yoluyla yayılan" mandacı ve sömürgeci kafalı insan yetiştirdiğimizin göstergelerinden olduğu için aşağıda anlatmak istiyorum. Gerçekten yazık! Sömürgelerde rastlanan bir dil karışımına sımsıkı sarılmış, adam olduklarını sanıp gidiyor gençlerimiz.
.
16 Ocak gecesi, "Fox On Haber"de ekonomist olduğu belirtilen bir hanım kızımız konuşuyordu. Adını not almamıştım ama Figen Özavcı olarak kalmış aklımda… Malum hastalıklarımızı tekrarladı konuşurken. Hiç gereği yokken, söylediğinin Türkçesi varken, "kredi line" deyiverdi. Ardından da "hem" sözcüğünü e harfini kalınlaştırarak "hâm" diye telaffuz etmez mi! İçimden geçen şu oldu. "Kızım: Line demeyi öğrenirken biraz da öz dilinle ilgilenseydin, 'hem’i hâm' yapmasaydın ya!"
.
3 Şubat günü Kanal B’de, işinin yoga öğretmenliği olduğu belirtilen Seda Günaltay adlı bir kızımız, yogayı tarif ediyordu. Söylediği mantrada yanılabilirim ama "Çituram, sukaram, asalam; bir words..." gibisinden ilginç bir cümle kurduğunu duydum. Hani eskiden, "Lafa bak, hizaya gel!" dedikleri türden. Dil sürçmesi desem: İmkânsız! Nedense birçoğumuz gibi, "Sözcük veya kelime diyeceği yerde "bir words..." demeyi komiklik değil de allamelik sanıyor herhâlde… Söylediği, İngilizce’nin gramerine olduğu kadar tüm dillerin gramerlerine de aykırı. Tekille çoğul çorbası bir şey bu, "bir words"…
.
Birkaç ay yabancı ülkelerde kalıp da döndüklerinde anlatmak istedikleri kelimeyi bulamamış gibi yapıp "Siz nasıl derdiniz?" diye salaklık gösterisi yapanlara o kadar alıştık ki! Geçen günlerden birinde, "Bus’a bindim, ticket’ımı aldım" cümlesini duyunca faltaşı gibi açmışım gözlerimi. İçinde abartı varsa beni, bana anlatanlardadır kabahat!..
.
Sorular Sorular ve Sorular
Eğitimimiz sağlıklı olsaydı:
- İnsanımız birbirine bugünkü kadar hoyratça yaklaşabilir miydi dersiniz?
- Araştırma yapmadan hüküm koyan boş kafalı insanlara, "bilim adamı ve aydın" sıfatlarını takıp onlardan menkul fuzuli işleri gündemlerine alırlar mıydı acaba?
- Aydın dedikleri kara cahiller, gerçekten "aydın"; bilim adamı dedikleri garabet sahipleriyse gerçekten "Bilim adamı" olsaydı, hiç bilmedikleri konularda ahkâm keser, utanmadan, "soyumuza kıyım yapan Ermenilerden özür dileme" ayıbını bu ülkeye yaşatabilirler miydi?
- Kendi dinlerini; Allah’ın gönderdiği kitap yerine başkalarından öğrenmeye kalkıp onlara, yani Allah’tan başkasına kul, köle olurlar mıydı?
- Muhammed aleyhisselama Danimarka Basını ve Papa terbiyesizlik üstüne terbiyesizlik yapar, "şeytan" derken tam siper arazi olan ünlü "Cuma Namazı Sonrası Göstericileri", türban denince yollara dökülüp namus bekçiliği rolüne soyunabilirler miydi? Türbanın değil, çok daha başka şeylerin namus ölçüsü olduğunu öğrenmiş olmazlar mıydı?
- Ülkemize zarar veren hatta kendilerini cinayete teşvik eden adamları, din adamı kefesine koyup bunlara mürit olma yarışına girebilirler miydi?
- "Onlar Alevi’dir, katli vacipdir" diye ortalığı karıştıran provokatörlerin kışkırtmasına kapılıp bir böcek cesedini bile yakmayı hoş görmeyen dinimizin adını haykırır ve iblisin ikiyüzlülüğüyle "Allahuekber", "lâ ilâhe illallah" diye bağırarak insanları yakabilirler miydi?
- Çirkin siyasetçi sayımız bu kadar yüksek olabilir miydi?
- Göz göre göre rüşvet alan, yolsuzluk bataklığının dibinde yaşayan ahlaksızların peşinden, sadık köpekler gibi koşturanlar çıkabilir miydi?
- Binlerce kişinin canını almış ve aldırmış biri için, "Yaşa başkan!" diye bağırabilirler miydi?
- Katillere, "Bu millet seninle gurur duyuyor." diye sevgi dolu törenler yapılabilir miydi?
- Örnek teşkil etmesinden korkanların da kışkırtmasıyla; kuma, berdel vs olmak yerine sevdiğiyle evlenmek isteyen yavrucukların "töremiz" nidalarıyla gerçekte maddi amaçlı, görünüşte namus bahanesiyle katledilmesi ve genelde bu cinayetin ailenin en küçüğüne işlettirilmesi, katilin hapisten çıktığında da "Erkek oldu, adam oldu!" şarlatanlığı içinde davul zurnayla karşılanması olabilir miydi? Canilik töre olabilir miydi?
- Ülkemiz; uyuşturucu, insan, organ, silah kaçakçılarının oynaştığı bir yer olabilir miydi?
- İşveren ve patron adını taktığımız insanlar, onlarsız hiçbir şey yapamayacağı işçilerine karşı bu kadar zalimce davranabilir, o işçi
ler de insan olduklarını unutup bir kurban gibi boyun eğerler miydi?
- Sömürge eğitimcisi mukallitleri iş başına getirip mezun olan çocuklarımıza, törelerimizde hiç olmayan, o özenti "kep ve cüppeleri" giydirebilirler miydi?
- Spor karşılaşmalarında cinayetler işlenir, her anı küfürle geçen o maçlar olabilir miydi?
- Nesir dediğimiz düz yazı türünden eserler, radyo ve televizyonlarda şiir niyetine okunur ve halka şiir budur diye yutturularak edebiyatımızın yozlaşmasında etken yapılabilir miydi?
- Türkiye’de yaşayanların müzik kültürü bu kadar hızla dibe vurur, piyasalara sunulan rezillikler müzik eseri, piyasaya çıkan reziller sanatçı olarak kabul görebilir miydi?
- Bitmez tükenmez şekilde "tıs dam, çıs dam" gürültüleri arasında söylenen küfürlü şarkılar gençlerimiz tarafından baş tacı edilebilir miydi?
- İyi ahlaklı olmamayı gündelik, basit bir olay hâline getiren, hatta erdem gibi sunan; "Yemekteyiz", "Biri Bizi Gözetliyor" ve benzeri türdeki televizyon programları bu kadar tutulabilir miydi? Tekrar ve özetleri bile en çok seyredilenler listesinin en tepesinde durup kendisini izleyenlerle dalga geçebilir miydi?
- Ülkemiz başka ülkelerin çabasına hiç gerek kalmadan; mezhep mezhep, parti parti, taraftar taraftar, menfaat menfaat, semt semt ve nihayetinde ev ev birbirinden kopmaya hazır bir hâle getirilebilir miydi?
- Aynı halk; bu kadar aptalca davranarak, parçalara ayırtılabilir ve bu kadar kolayca birbirlerine düşman ettirilebilir miydi? Birbirlerinin canını almak için, bu kadar kolay silah sıkabilirler miydi?
- Öncekiler kadar önemli bir soru: Ülkemiz, başka ülkelerin çıkar oyunları içinde bir oraya bir buraya yuvarlatılıp gider, insanımız bu kadar ezdirilebilir miydi?
.
Gölge Etmeselerdi Keşke
Ne bekleriz ki?
Hadi insanımızı âlim yapamadınız, bari arifliklerini bozmasaydınız ya! Bu insanlar bozuk eğitim sisteminin, ilgisiz bakanların, vurdumduymaz milletvekillerinin, yerinden oynatılma kaygısından "Gelen ağam, giden paşam." zihniyetiyle gün dolduran bürokratların ve geçim derdinden başka şey düşünemez hâle getirilen öğretmenlerin eseri. Eskileri de kendilerine benzetebildiklerine göre, varın siz düşünün vahameti…
.
Öğretmenim, Canım Benim
Öğretmenler, sevgili öğretmenler!
Sizi bugünkü sıkıntılara iten:
Bozulmuş devlet adamları, ülkemizle halkımızı zorluklar içine atan kötü siyasetçiler, toplumu yanlış yönlendiren bilim adamı unvanlı bir kısım cahiller, taraf tutmayı mesleğinin gereği sanarak bölünme yaratacak sinyaller saçan basın mensupları ve gelecek nesillerin temeli olacak bugünün garip gençlerinin hepsi faturası size ait kötü eserler değil mi? Bazı şeylere direnebilmeyi becerebilseydiniz bunların hiçbirini yaşamazdık.
Hak etmemiştik! Hak etmedik!
Ne kadar öğünseniz azdır!
Bilesiniz diyeceğim ama...
.
.
Günay Tulun
.
.
.
.
..
[Yazıya Karşılık Gönderilen Açıklama]
.
Yukarıdaki metnin içinde, "3 Şubat günü Kanal B’de, işinin yoga öğretmenliği olduğu belirtilen Seda Günaltay adlı bir kızımız, yogayı tarif ediyordu. Söylediği mantrada yanılabilirim ama 'Çituram, sukaram, asalam; bir words...' gibisinden ilginç bir cümle kurduğunu duydum." şeklinde başlayıp devam eden bir ifadem olmuştu. Seda Hanım konuyla ilgili bir açıklama yollayarak İngilizce "words" değil yine İngilizce "verse" sözcüğünü kullandığını bildirmiş.
"Sessizliğin Sesi Grubu"ndan; gruba ait bir başka adrese gönderilen söz konusu açıklamanın, gönderilen cevap için sarf edilen emeğe saygım nedeniyle okurlarımızın kolayca dikkatini çekebilmesini teminen metnin altına değişik renkler kullanılarak kaydedilmesini ve ayrıca yorum hanesinde de yayınlanmasını rica ettim. Metni; noktasına, virgülüne dokunmadan aşağıda bulacaksınız.
Seda Hanım'ın da söylediği gibi "verse" sözcüğü Türkçedeki "ayet"in karşılığıdır. Bunun dışında "beyit, dize, kıta, koşuk, mısra, nazım, şiir" anlamlarını da içerir. Bu sözcük ne Rig Veda kökenlidir ne de İndus... Yani yoganın tarihi gelişimine göre olmazsa olmaz bir kullanımı yoktur. Kanım, ayet dışında güzel dilimize ait bir başka kelimenin de kullanılabileceği yolunda.
Yalnız, yaşadığımız ilginç döneme bağlı olarak, yogayı din karşıtıymış gibi algılatmaya çalışan dinsel temalı kışkırtıcılardan uzak durabilmek amacıyla başka kelimelere yönlenmesi doğru bir eylemdir. Türkçe âşıklarının da aynı şekilde düşünmesi gerektiğine inanıyorum.
Seda Hanım'a, cevap yazma inceliğinden dolayı teşekkür ederim.
.
Saygılarımla
Günay Tulun
.
Adsız dedi ki...
günay tulun
3 şubat kanal B'de yayınlanan programda yoga eğitmeni olduğu belirtilen kişi benim.orada söylediğim şey "words" değil "verse" idi.Anlamı ayet demektir. Dini bir çağrışım yapacağını düşündüğüm için o kelimeyi kullanmak istemedim.
05 Mart, 2009