Rumeli Türk Varlığı I [Mete Esin]

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den bu
yana da redakte edilmediğinden, doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Roma İmp., sınırlarının en geniş zamânında Orta-Doğu'da Araplara komşu olmuştur. Araplar, komşuları Roma’ya Diyâr-ı Rûm (Roma ülkesi) veyâ kısaca ve sâdece Rûm diyorlardı. Araplar’ın dilindeki Rûm, devleti, halkı ve ülkesiyle bütün bir Roma demekti. Rûm sözü, önce Îran'a ve Îran üzerinden de Türk yurdu Horasan'a kadar ulaşmıştı. Bunu, Rum olarak Türkler de benimseyip-tuttular, yeri ve zamânı geldikçe böyle kullandılar. Türkler, Selçuklular adıyla Orta-Doğu ve Anadolu'ya vardıklarında, Rum sözü dillerinde artık çoktan yer etmiş bulunuyordu. Ancak... Anadolu kapılarına dayanmış Türkler, Rum adına bir eklenti yaptılar ve Rumili (Rumeli) dediler. Roma İmp. ikiye bölünmüş olduğundan, Doğu Roma (Bizans) elinde bulunan Anadolu toprağı, Türk dilinde Rumeli olmuştu. Burada ilginç olan şuydu ki, Türkler, daha sonra kazanıp yurt edindikleri Anadolu'ya Rumeli demeye devam etmişler, kendilerine göre bir isim düşünmemişlerdir! Meselâ Türkeli veyâ şimdiki gibi Türkiye dememişlerdir. Anadolu toprağına ilk olarak Türkiye diyen ise, III.Haçlı Seferinin Alman Komutanı I.Friedrich'tir! Kendisi, Kudüs'e gitmek isterken Anadolu toprağında Türkler’le karşılaşıp-çatışınca, bu adı uygun görmüştür.

Devran dönmüş, Anadolu Selçukluları bilindiği gibi dağılmışlar, târihimizde birinci fetret devri denilen karmaşayla belirsizliğin içine düşmüşlerdir. Târihçilerin üzerinde henüz anlaşamadıkları 1299 veyâ 1300'e böylece gelinmiştir. Artık sahnede Osmanlı vardır. Rumeli sözüne Osmanlı da dokunmamış, ancak bunu günümüz Anadolu'su için kullana-gelmiştir.

Bundan sonrası gene bilindiği üzere gelişmiştir: Osmanlı bir yandan Bizans'ı kemirirken, bir yandan da Selçuklular’dan arta kalan diğer Beylikleri yenip, yutmaya koyulmuştur. 1351'de Marmara'nın güney kıyılarını ele geçirmiş, buralarını topraklarına katmışlardır. Bizans'ı doğudan sıkıştırıp, batıdan da Avrupa toprağına atlamaya başlamışlardır. Önceleri geçici bir mâcerâ hevesi gibi, Çanakkale Boğazından Avrupa'ya geçip-dönen Osmanlı'lar, Bizans'ın içindeki karışıklıkları da iyi kullanarak, 1351'den sonra Avrupa'da kalıcı olmuşlardır. Avrupa'ya atlayış ile Edirne'nin alınması arasındaki zaman farkı on yıldan ibarettir. 1400'e varıldığında ise Avrupa'daki yayılma büyük ölçekte tamamlanmıştır.

Osmanlı Avrupa toprağında tutunduktan sonra, yerleşmek ve kalıcı olmak politikasının gereğince Anadolu'dan Türk nüfus taşımaya başlamıştır. Anadolu'daki Türkmen veyâ Yörük denilen konar-göçer halk Avrupa'ya taşınıp, burada bir plan çerçevesinde yerleştirilmişlerdir. Türkmen veya Yörük denilenler, yeni yurtlarında, buralara daha önce kuzeyden gelip-yerleşmiş ve bağlı oldukları Bizans etkisiyle şâman inançlarını bırakıp Hıristiyanlaşmış Türklere rastlamışlardır. Gacal, Çitak, Konyar gibi etnik isimler taşıyan bu Türklerle yeni gelenler, belki aynı dili konuşmuş olmanın da etkisiyle karışıp-kaynaşmakta gecikmemişlerdir. Fazla uzamayan bir süreç içindeyse, bugün Gagavuz dediklerimiz dışındaki Hıristiyan Türkler Müslüman olmuşlardır. Avrupa'da planlı bir biçimde yerleşmek amacındaki Osmanlı, Anadolu'dan göçürdüğü Türkmen-Yörükleri altı ana öbeğe bölüp yaymış ve yarı askerî yarı çiftçi bir örgüte bağlamıştır. Şöyle yapmıştır: Avrupa toprağında seçtiği altı sancağı (sancak, günümüzün vâliliklerinden az daha yetkin bir yönetim birimidir), bu altı öbeğe merkez kabûl etmiştir. Türkmen-Yörükler, Anadolu'dan gelirken sâhip oldukları toplum adlarını alt kimlik olarak korumakla birlikte, bağlı oldukları birim îtibâriyle şu biçimde adlandırılmışlardır: Kocacık Yörükleri, Ofçabolu Yörükleri, Naldöken Yörükleri, Tanrıdağı (Karagöz) Yörükleri, Selânik Yörükleri ve Vize Yörükleri.

Osmanlı, Anadolu için kullandığı Rumeli adını da artık Avrupa toprağına taşımıştır. Bundan böyle, yalnız Avrupa toprağına Rumeli denmiştir. Eski Rumeli'ye ise aynı paralelde Anadolu denilecektir. Anadolu adı, Rumca (Yunanca) anatoli sözünden alınmıştır. Bu söz; doğu, doğu yanı, yoğu yönü gibi anlamlar taşımakta olup bir Bizans eyâletinin adı da gene bu anlamda Anatolikon'dur. Kütahya merkezli bu eyâlet, iç Ege’yle iç-batı Anadolu üstünde yer almıştır.

Yukarıda yazılı göçler ve örgütlenmeye rağmen, yeni Rumeli'nin Türk nüfusu hâlâ yeterli bulunmamıştır. Biraz daha nüfus gerekmektedir. Osmanlı tahtına da artık II.Mehmet (Fâtih) oturmuştur. Fatih, Osmanlı'nın kuruluşundan beri bir türlü baş edilemeyen Karamanoğlu Beyliğini yenmiştir. Yenmiştir ama, Selçuklu Beyliklerinin gerçekten en büyüğü Karamanoğlu'nun yeniden toparlanmayacağının güvencesi yoktur. Burada, Karamanoğlu'nu dağıtıp Rumeli'ye sürmek şeklinde iki yönlü bir çözüm düşünülecektir. Şöyle ki: Karamanoğlu halkı Rumeli'ye sürülmekle yerinden-yurdundan olacak böylece bir daha toparlanamayacak, hem de Türkmen-Yörüklerin en kültürlü ve temsil yeteneği en üstün bu öbeği, yeni Rumeli yakasında yerleşmiş olacaklardır. Düşünce uygulanacak, öncekilerin üstüne Karamanoğulları da Rumeli'ye geçirileceklerdir. Rumeli Türk nüfusu buna rağmen yeterli sayıya ulaşamayınca, ciddî boyutta bir sorunla karşı-karşıya kalınmıştır. Anadolu'dan daha fazla nüfus taşınması, bu defâ burasını boşaltacak, bu da ayrı bir sakınca doğuracaktır.

İşte bu noktada Tatarlar hatıra geleceklerdir. 1475'te Osmanlı'yla bağlanmış Kırım ve dolayının Tatarları, denizden-karadan Rumeli'ne getirilmişlerdir. Bunlar da kendi içlerinde dört öbeğe ayrılmışlar ve önceki Türkmen-Yörüklerin öbeklerinden dördüne şöyle bağlanmışlardır: Aktav Tatarları Naldöken Yörüklerine, Tırhala Tatarları Selânik Yörüklerine, Yanbolu Tatarları Kocacık Yörüklerine ve Bozapa (Bozata) Tatarları da Vize Yörüklerine...

Barışta ve savaşta kendilerinden büyük faydalar sağlanan Yörük-Tatar örgütü, doğrusu bunu sonuna kadar götürememiştir. Onyedinci yüzyıla gelindiği sıralarda, Örgüt'te açıkça bir gevşeme görülmektedir. Osmanlının bütün diğer kurumlarında olduğu gibi, o eski ciddiyet, şevk ve heyecan kaybolmuştur. Bunun üzerine, Örgüt'ü toparlamak amacıyla 1691'de bir hatt-ı hümâyun (pâdişah buyruğu) imzâlanmıştır. Buyrukla, her şeyden önce Örgüt onurlandırılmak istenmiştir. Örgüt'te görevler babadan oğula devrettiği için, geçmiş hizmetler dikkate alınarak, o günkülere ve ondan sonrakilere evlâd-ı fâtihan (fâtihlerin evlâtları) denmiştir. Avrupa'yı, sizin babalarınız ve dedeleriniz fethetti, denmek istenmiştir.



Mete Esin

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN