Cengiz, Avrupa ortalarından Pasifik kıyılarına kadar uzanan muazzam ülkeyi, ölümünden önce dört oğlu arasında paylaştırmıştır. Ülke’yi, Cengiz'den sonra kendi bölgelerinde yaş sırasıyla şu dört oğul yöneteceklerdir: Cuci (Konuk!), Çağatay, Oktay (Ögedey) ve en küçükleri Tuluy (Tuli). Ancak şu da var ki, kendisine Ülke’nin batısı düşmüş büyük oğul Cuci, küçük kardeşiyle (Tuluy) bozuştuğu gibi, babası Cengiz Han’la da ters düşmüştür. Bunu içine sindiremeyecek olan Cengiz, o sıralarda ülkenin zâten batısında bulunan oğlu Cuci üstüne sefer açmaya hazırlanırken, kader, önce Oğlu ve sonra Kendisi'ni sadece bir-kaç ay arayla hayattan koparıp, bu dünyâdan göçürmüştür. Geriye kalan üç oğul, Ağabey’lerinin batıdaki payını bir daha ikiye bölüp, iki yeğenleri Orda ve Batu'ya bırakacaklardır. Böylece, batı topraklarının doğusu büyük yeğen Orda'ya, batının batısıysa küçük yeğen Batu'ya kalacaktır. Buna göre, günümüz Rusya'sının Avrupa’daki doğusuyla yaklaşık olarak Ukrayna toprakları Batu'ya bırakılmış olmaktadır.
Bu arâzinin doğusu, o zaman esâsen Türklerin hayat sahasıdır. Kumral oldukları için, Avrupa'nın aynı anlamda Koman veyâ Kuman, Ruslar'la Ukrain'lerin de kezâ aynı anlamda Polovets dedikleri Kıpçak Türkleri, biraz Bulgar Türküyle biraz da Hazar Türkü bölgede yaşamaktadırlar. Bunların arasındaki küçük diğer azınlıklarıysa burada dikkate almamaktayız. Altınordu İmparatorluğu, Batu Han eliyle işte bu arâzide ve bu halkların üstünde kurulacaktır. Altınordu'nun kuruluşunu 1237 ile bağlamak mümkündür. Batu Han’ın küçük kardeşi Tokay-Timur torunları da, 1419'da Altınordu'nun güneyi Kırım'da bir devlet kuracaklardır. Adı, Türk Trakyası kadar bir yarımada olan Kırım’la birlikte anılmasına rağmen, bu devlet Kırım'la sınırlı kalmayıp, zamanla değişen sınırları günümüz Türkiye'si kadar bir alana yayılacaktır. 05.06.1475'te ise, ayrıntıları buraya sığmayacak bir anlaşmayla Kırım Osmanlı'ya bağlanacaktır. Önceleri, Kırım aristokrasisini oluşturan oymak beyleri, Cengiz soyundan birini Kırım tahtına Han seçerlerken, seçimi bundan sonra Osmanlı yapacaktır. Cengiz soyundan olmak üzere, bir torun Han tahtına oturtulup diğerleri Kırım'dan uzak tutulacaklardır.
Cengiz Han torunuTokay-Timur'dan inip, Giray (Geray, Gerey, Kerey, Kıray, Kiray) unvanıyla tanınan hanzâdelerin içinden birini tahta uygun gören Osmanlı, âilenin bunun dışında kalan bütün erkeklerini Rumeli'nin değişik yerlerinden seçtiği çiftlik-mâlikânelerde oturmaya memur etmiştir. Etmiştir ki, Han’ın; amca, kardeş, kuzen, yeğen gibi akrabası olan sürgünler tahta göz koyup huzûru kaçırmasın, dirlik-düzenliği bozmasınlar. Osmanlı, kendisi tahta çıktığında kardeşlerini boğarken, Kırım için ise, böyle akılcı ve uygar çözümü bulabilmiştir! Rumeli'ndeki mâlikânelerin bulundukları yerleri, değişik bir takım kaynaklara göre şöyle tespit etmişizdir: Aydos, Burgaz (Bulgar), Çatalca, Çirmen, Çorlu, Delikamçı, Edirne, Enez, Gelibolu, İslimye, Karinabad, Kilitbahir, Malkara, Pınarhisar, Rusçuk, Saray, Serez, Silivri, Şumnu, Tatarpazarı, Tekirdağ, Vırbitsa, Vize, Yanbolu ve Yenizağra. Anadolu'dan Bursa, Çanakkale ve Çeşme ile Eğriboz, İstanköy, Midilli’yle Sakız adaları ayrıca sayılabilirlerse de, buralarının suçlu kabul edilen Hanlar için seçildikleri bilinmektedir. Bir de şunu belirtelim ki, Giraylar her ne kadar böyle geniş bir alana yayılmış görünüyorlarsa da, asl’olarak Vize çevresine gönderilmişlerdir. Bu olayların geçtiği dönemdeki Vize, Edirne-İstanbul arasıyla, Bulgar Burgaz'ına kadar olan alanın bir kısmını içine alan ve bugünkü vâliliklerden biraz daha büyük bir birim olan sancak merkezidir. Rumeli Yörük nüfusu içinde eriyip-kaybolan ve daha sonra unutulan büyük Tatar kitlesinin bir kısmı, Osmanlı'nın politikasınca Kırım ve dolayından göçürülmüşlerdir. Bir kısmıysa savaş sonrası göçmenleridirler. Bir kısmı da Kırım Hânedânı mensupları ardından Rumeli'ne gelmiş olmalıdırlar.
Kırım Hanlığı ailesinden bâzılarıysa, Rumeli'ne Osmanlı bürokratı sıfatıyla gönderilmişlerdir. Bu meyanda, Can-bek Giray Han 1622-3'te Çirmen mutasarrıfı, II.Fetih Giray 1736'da Vize sancakbeyi, Aslan Giray 1748'de gene Vize’de mutasarrıf olmuşlardır. Bunların üçü de ayrıca Kırım'a Han yani kral atanmışlardır. I.Selim Giray, I.Devlet Giray, II.Devlet Giray, Hüsam Giray, Şâhin Giray, İnâyet Giray, Kaplan Giray, Kara Devlet Giray, Saadet Giray, Maksut Giray, III.Saadet Giray, Mengi Giray, Aslan Giray, Can-bek Giray, Gâzi Giray, Gâzi Selim Giray ve Hacı Selim Giray'ın, 1475'ten sonra 1800 başlarına kadar, değişik gerekçeler ve zamanlarda Edirne'de bulunduklarını bilmekteyiz. Öte yandan, bugünün Edirne şehir stadı yerindeki eski mezarlığın bir köşesine Tatar Hânîler Mezarlığı denilmekteymiş. Buradaki mezarlık bozulurken, taşlarının Selimiye hazîresine kaldırıldığını, Edirne canlı rehberi Oral (Onur) Bey’den öğrenmişizdir. Kırım Han âilesi mensuplarına Tatar Hânîler dendiği cihetle, mezarların Giraylara âidiyetleri hususunda hiç bir kuşkuya yer kalmayacaktır.
Giraylar'ın günümüzde yaşayan mensupları, Giray (bâzıları Geray, Gerey, Kerey, Kıray ve Kiray) unvânını soyadı olarak alıp gururla taşırlarken… İlginçtir ki, bundan âdetâ utanan ve kaçanlar da görülmektedirler! Değerli arkadaşımız Edirneli Aslan Kıray gibi! Aynı konuda biz de değişik bir örnek olmaktayızdır. Babamızı kaybettikten sonra Giraylar'dan geldiğimizi öğrenmişizdir! Elimize geçen soy ağacıysa bu bilgiyi pekiştirmiştir. Babamız, ölümü sıralarında Osmanlı baskılı bir Osmanlı târihi okumaktaymış. Kara ciltli bu kitabı hâtıra olarak almışızdır.Târihe meraklı ve bize târihten bir isim veren babamız, hayrettir ki Cengiz Han’dan ve Giraylıktan bahsetmemiştir. Bu hususu, hâlen hayattaki küçük amcamıza açtığımızda, çocukken bana "Küçük Giray" derlerdi demiştir! Peki, bu derecede ilginç bir soy bağlantısı acaba neden hiç gündeme gelmemiş ve konuşulmamıştır? Bunun, öyle ulu-orta söylenmesi ayıp olurmuş meğer! Övünmek ayıptır ya...
Annemiz ise, konuyu bildiğimizi ve fakat babamız gibi üstünde durmadığımızı sanıyormuş! Elbette ki, biz de fazla üstünde durmayacağız. Ancak... O ister Cengiz Han olsun, ister de başkası, yediyüz yıl geride kalmış bir dedemizi bir şekilde öğrenmiş oluyoruz. Târihe duyduğumuz derin ilgiyi de eklersek, böylesi az bir kazanç mı olur?
Mete Esin