Bu bahar, Ülke’miz de bol yağmur almıştır, almaktadır. Yağışlar genellikle yararlı olmuşlardır. Ne var ki zaman-zaman zarar verdiği de duyulmaktadır. Son olarak, kuzey-batı Anadolu'daki durum zarardan da öteye tam anlamıyla bir yıkımdır. Olayın vahâmetini anlatabilmek için, medya organları Tûfan demişlerdir. Geçmişte, dünyâmızın deprem, yangın ve sellerle karşılaştığı dönemler olmuştur. Bunların şiddetlerini anlatmak üzere de, depreme kıyâmet, yangına cehennem ve sellere de Tûfân benzetmeleri yapılmıştır. Herkesçe bilineceği üzere, Tûfân, artık yaşanmış, bitmiş belki de bir çok olayın adıdır. Çoklukla Nuh Tûfânı diye tanınıp-bilinmiştir.
Tûfân her şeyden önce Mûsevî, Hıristiyan ve İslâm inançlarının konusudur. Bu bağlamda Kur'anın Anke'but, A'raf, En'am, Enbiyâ, Furkan, Hud, Kamer, Mü'minûn, Nuh, Şuarâ, ve Yunus sûrelerinde, doğrudan veyâ dolaylı olarak Tûfân'dan bahsedilir. İslâm hacı adaylarının Kâbe çevresinde dolanımını anlatan tavaf sözüyle Tûfân, etimolojik olarak aynı kökten çıkmışlardır. Arapça bu sözlerde, ortak noktalar dolanım ve yayılımdır.
Şimdi gelelim Tûfân olayına. Geçmiş bir târihte, doğruluktan çıkmış insanlar sürekli olarak günah işlemektedirler. Bu sırada, peygamberlik görevi Hz. Nuh'tadır. Ancak... Kendisi, peygamber gönderildiği insanlığa istediği mesajı verememekte, onları doğru yola çekememektedir. Öyle ki, oğlunun biriyle karısı bile ona inanmamış, yalancılıkla suçlamışlardır. Bildiğimiz bütün peygamberlerin başına geldiği üzere, sen de bizim gibi bir insansın, bunları uydurup-uydurup söylüyorsun, demişlerdir. Umutsuzluğa düşen Hz.Nuh, başa çıkamadığı bu insanların cezâlandırılmalarını istemiştir. Her şeyi bilen yüce Tanrı elbette ki bu isteği de bilecektir. Nitekim bilmiştir ve insanlığı cezâlandırmaya da karar vermiştir. Cezâ olarak da suda boğmayı seçmiştir. Dünyâyı suyla dolduracak, insanlığı böyle boğacak ve onları yok edecektir.Yâni, bir Tûfân yaratılacaktır. Karar uygulamaya konulmadan ve her şeyden önce, Hz. Nuh'a bir gemi yapması buyurulmuştur. Geminin ölçüleri Kuran’da yoktur. Tevrat ise bu konuda bazı bilgiler vermektedir. Bir tercüme uyarınca geminin boyutu; üçyüz arşın uzunluk, elli arşın genişlik ve otuz arşın yüksek şeklindedir. Bu ölçüleri bugünkü değerlere çevirirsek, 204x34x20 metrelik bir gemi ortaya çıkar. Üç katlı bu gemi için, elimizde bir başka kayıt daha vardır. Bu yeni ölçülere göre gemi biraz daha küçülecektir.
İşte bu gemiye, Hz. Nuh ile onun bir oğlu ve karısı dışındaki âilesiyle bir kaç inanmış kişi bineceklerdir. Ayrıca, yeryüzünün bütün hayvanlarından bir çift ile bütün bitki ve ağaç türlerinden tohum örnekleri damızlık olmak üzere gemiye yüklenecektir. Gemi yapılıp bitirilir ve yüklenir. Durumu tâkip eden yüce Tanrı bundan sonra yağmuru başlatır. Ayrıca yerden de su kaynamaktadır. Durum böylece kırk gün sürer. Artık bütün bir dünyâ deniz olmuştur. Suyun dağı-taşı örtüp-kaplamasıyla yeryüzünde canlı diye bir şey kalmamıştır. (Zâten suda yaşayanlar, her hâlde ölmemişlerdir!) Bundan sonra sular çekilmeye başlamış, Hz.Nuh'un gemisi de yüksekçe bir yere oturmuştur. Dinin kaynaklarına göre, bu yer Ülke’mizin Ağrı veyâ Cudi dağlarından biridir. Yeniden kurulan dünyânın canlı varlıkları da, tûfândan kurtulan gemideki insan, hayvan ve bitkilerden türemiş ve çoğalmışlardır. Tûfân olayı özetle böyle yaşanmıştır.
Tûfân'ın dinî anlatımı yanında, uluslarla ülkelerin kültürlerine girmiş bir de efsâne yanları vardır. Dünyâ çapında, rastlanabilen efsânelerin bâzıları sözlü olup nesilden nesile anlatıla-gelirlerken, bâzıları yazıya dökülüp gene bugünlere ulaşmışlardır. Çin, Hint, İran, Peru, Yunan ve Mezopotamya belgeleriyle diğer bâzı yaban kültürlerde gördüğümüz efsânelerin bâzıları Nuh Tûfânına son derece de benzemektedirler. Mezopotamya'nın Sümer, Akad (Akkad veyâ Akat), Bâbil ve Âsur sırasıyla gelen efsânelerinden en ünlüsü Gılgamış (Gılgameş) Destanı olur. Bu efsânelerde Hz. Nuh rolünde bâzen krallar, bâzen hayâl dünyâlarının tanrıları bâzen de başka kişiler görülmektedirler. Orta-Asya'da Türkler’in bu konudaki üç ayrı efsâneleri bilinmektedir. Bütün bunlar içinde ve bilinen en eski ve ünlü tûfân olayı ise, beşbinden fazla yıl geçmişi olan Sümer-Akat ortak efsânesi Gılgamış Destanında geçmektedir. Destan’da, Hz. Nuh rolünü kral Sümerce Ziusudra (Ziudsudda), Akatça Utnapiştim oynamaktadır. Buradaki olay, bizim Dicle ve Fırat'ın bugünkü kuzey Irak'ta taşmasından ibârettir. Hava ve genel olarak tabiatın durumunu tâkip eden ve yağmurların şiddetinden Dicle ile Fırat'ın taşacaklarını, çevrenin suyla kaplanacağını anlayan Kral, yaptığı bir sala âilesi efrâdıyla sadece kendi hayvanlarını yüklemiştir. Sonrası yer-yer kutsal kitapların anlatımına benzemekte, yer-yer de farklar göstermektedir.
Gılgamış Destanını anlatan kil tabletleri, Kuzey Irak'ta, toprak yığınları altında kalmış Âsur başkenti Ninova sarayından, Asur bilgini İngiliz George Smith bulup-çıkarmıştır. Tabletler okunduktan sonra, insanlık için karanlık olan birçok nokta aydınlanmış, gerek tûfân efsâneleri ve gerekse daha başka konularda, pek parlak bilgiler kazanılmıştır.
Mete Esin