Post Modern Darbelerin Mağdurları: Erbakan ve Mursi [Ömer Sağlam]
Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
İslamcı Muhammed Mursi ile İslamcı Necmettin Erbakan'ın kaderi, hemen hemen aynı olmuştur. Zira her ikisi de ancak bir yıl süreyle iktidarda kalabilmişlerdir ve her ikisi de oldukça yumuşak askeri darbelerle iktidardan uzaklaştırılmışlardır. Bu tür askeri darbelere artık literatürde "Post Modern Darbe" diyorlar ve bu tür adlandırmanın mucidi de bizim askerlerdir...
Mısır'daki Darbeyi Nasıl Okumak Gerekir?
"İhvani Müslimîn", yani "Müslüman Kardeşler" isimli siyasi partinin Mısır'da iktidara gelmesi, sadece Mısır'daki bu parti mensuplarını değil, bölgede pek çok ülkede bulunan benzer İslami zihniyeti temsil eden insanları bir hayli sevindirmişti. Bu insanların başında da bugün ülkemizde iktidarda bulunan AKP yönetimi ve bu partinin mensupları geliyordu. AKP'liler bu sevinçlerini, Başbakan'ı bizzat kutlama mesajını iletmek için Kahire'ye göndermek ve arkasından Muhammed Mursi'yi AKP büyük kongresine "şeref misafiri" olarak çağırmak suretiyle açıkça ortaya koymuşlardı. Sayın Başbakan'ın, Suriye'de Beşar Esat yönetimine karşı mücadele eden Selefilere vermiş olduğu açık destek de gösteriyor ki; Başbakan ve AKP yönetimi, Muhammed Mursi'nin iktidardan uzaklaştırılmasına pek üzülecekler! Zira bu sonuç, ister istemez bölgedeki bakışların kendi üzerlerinde yoğunlaşmasına sebep olacaktır. Çünkü Türk hükümetinin izlemiş olduğu Orta Doğu politikası, Mısır'daki askeri darbe ile önemli bir darbe daha yemiş bulunmaktadır...
Sağa sola çekmeye, kem küm ederek lafı uzatmaya, başka anlamlar çıkarmaya, farklı yorumlar yapmaya hiç gerek yoktur. Muhammed Mursi'nin askeri darbe ile devrilmesi bir kere daha açıkça göstermiştir ki; ABD'nin BOP planı tıkır tıkır işliyor ve bu plana göre; Orta Doğu'da İsrail'i dikkate almayan hiç bir iktidar kalıcı değildir. Kanaatimizce Sayın Başbakan'ın, ucu açık bir zamana ertelenen meşhur Gazze ziyareti de aynı anlamda değerlendirilmelidir. Zira, ABD'ye gitmezden önce ısrarla Haziran Ayı'nda Gazze'ye gideceğini söyleyen Başbakan'ın, Haziran'ın üzerinden 5 gün geçmesine rağmen hâlâ Gazze'ye gidememiş olması oldukça anlamlıdır! Anlaşılıyor ki; ABD ziyareti sırasında başbakana, Gazze'ye gitmemesi konusunda sıkı sıkı tembihatta bulunulmuştur!
Gazze'deki Filistin Başbakanı İsmail Haniye, "1.5 milyon Gazzeli Erdoğan'ı bekliyor. Onu görkemli şekilde karşılayacağız. Onu karşılamak için hiçbir Gazzeli'nin evinde kalacağını sanmıyorum. Çünkü Tayyip Erdoğan Gazze'de her eve girmiştir. Ben bile yeni doğan torunuma Erdoğan adını verdim..."(1) şeklinde adeta yalvaran sözlerle konuşsun dursun; bana kalırsa Başbakanın Gazze ziyareti hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir! Hele de Muhammed Mursi'nin iktidardan uzaklaştırılmasından sonra. Bu ziyaret olsa olsa İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesinden ve ABD'nin icazet vermesinden sonra gerçekleşebilir artık!
Bırakın Muhammed Mursi'yi, Barzani'yi de parti kongresine şeref misafiri olarak çağıran üstelik de kendisini "Türkiye seninle gurur duyuyor" şeklinde partililerine alkışlatan Başbakan, gerçekten de yanlış yapmıştır Türkiye'ye ve Türk Milleti'ne karşı. Öte yandan, Gazze ziyaretinin ertelenmiş olması ve muhtemelen hiç bir zaman gerçekleşmeyecek olmasının, belki de milletimiz açısından güzel bir neticesi olmuştur. Zira Kerkük'te, Tuzhurmatu'da, Altınköprü'de veya diğer yerleşim yerlerinde, ayrıca Doğu Türkistan'da oluk oluk Türk ve Türkmen kanı akarken, Türk Başbakanı'nın bunlara dikkat çekmek yerine Gazze'ye gitmesi halinde Türk kardeşlerimiz büsbütün Türkiye'den umutlarını keseceklerdi.
Şurası muhakkaktır ki; ay yıldızlı bayrağımızın Anadolu semalarında dalgalanıyor olması, bütün Türk Dünyası için bir umuttur, bir moraldir. Varmasak da gelmesek de, bu kesin bir gerçektir. Bana inanmayanlar Üstat Yavuz Bülent Bakiler'in "TÜRKİSTAN" kitabını açıp okusunlar. O kitapta Milli Kütüphane Eski Müdürü Müjgan Cumbur'un anlattığı bir olay vardır. 1970'li yıllarda Afganistan'a yapmış olduğu bir resmi ziyarette bir İhtiyar Özbek Türk'ü kendisine (Türkiye'yi ve Türkiye Cumhuriyeti Bayrağı'nı kasıtla) şöyle demiştir: "O bayrak orada dalgalandıkça biz burada yok olup gitmeyeceğiz!"
Mursi'nin devrilmesi üzerine facebook sayfamda "Ortadoğu'daki Selefi rüzgârı artık diniyor mu ne? Mursi'nin devrilmesiyle Beşar Esat moral olarak güç kazanmıştır. Bence Beşar Esat, ülkedeki kontrolü çok yakında tekrar ele geçirecek gibi gözüküyor. Yani bizim Başbakan Suriye'de de yanılmıştır. Diğer pek çok konuda yanıldığı gibi..." şeklinde yapmış olduğum yoruma bir arkadaşım tıpkı Başbakan'ın Gezi Parkı Eylemleri karşısında dile getirmiş olduğu üzere şu yorumla cevap vermiş:
"Mursiye yapılan DEMOKRASİYE MÜDAHALEDİR... Buna bakıp keyif almak yanlıştır. Mısırda alenen demokrasi katledilmiştir. Mursiyi sevmekle vs. alakası yoktur, madem demokrasi varsa seçimle gelen seçimle gitmelidir..."
Arkadaşımın yorumu, Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun resmi açıklamasından farklı değil aslında. Sayın Davutoğlu da "Demokrasi" vurgusu yaptığı kısa açıklamasında şunları söylemiştir:"Demokratik bir seçimle işbaşına gelmiş olan Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin Mısır ordusunun müdahalesiyle görevinden alınması, Mısır devriminin kazanımları ve demokratik süreç açısından son derece kaygı verici bir durumdur".
Evet, bize göre de seçimle gelen seçimle gitmelidir. Ancak mevzu seçimle iktidara gelen Muhammed Mursi olunca "seçimle gelen seçimle gider!" sözünü hatırlayıp, mevzu seçimle iktidara gelen Beşar Esat olunca bu ünlü sözü unutmak ve üstelik seçimle iktidara gelen Beşar Esat'ı devirmek için elinden geleni arkasına koymamak, takiyyeciliğin ta kendisidir, ne dersiniz?
Ayrıca seçimle gelenin yaratmış olduğu arızayı gidermek için sonraki seçimleri beklemek bazen milletler ve devletler için telafisi mümkün olmayan zararlara yol açabilir. O sebeple, seçimle gelenlerin, bazen kendisini seçmeyenlerin ortaya koydukları doğrulara ve göstermiş oldukları haklı tepkilere de itibar etmelerinde fayda vardır. Aksi takdirde, yani seçimle gelenlerin, demokrasinin çoğunluğun azınlığı ezmemesi gereken bir rejim olduğu gerçeğini unutarak diktatörlüğe soyunmaları halinde, dinsizin hakkından imansızın geleceği gerçeği de ihmal edilmemelidir.
Hatırlatmak gerekir ki; Muhammed Mursi, 2012 yılının 22 Kasım'ında yetkilerini arttıran ve kendisini adeta ikinci bir Hüsnü Mübarek pozisyonuna getiren bir kararnameyi yürürlüğe koymuş ve bu kararname Mısır'da büyük huzursuzluk yaratmıştır. Arkasından huzursuz toplum kesimlerinin temsilcileriyle bir toplantı yapan Muhammed Mursi, söz konusu kararnameyi iptal etmek zorunda kalmıştır(2). 03 Temmuz 2013 akşamı itibarıyla gerçekleşen darbeye bakılırsa; darbeyi destekleyenlerin, Mursi tarafından yürürlüğe konulan ve gelen baskılar sonrası 15-20 gün sonra yürürlükten kaldırılan kararnameye itiraz edenler olduğu görülmektedir.
Ancak her ne kadar söz konusu kararname yürürlükten kaldırılmış olsa da, Mursi'nin bu girişimi, gerçek niyetini ortaya koyması bakımından önemliydi ve Mısır'da geniş toplum kesimlerini rahatsız etmiştir. Dolayısıyla; M. Mursi, bir anlamda gizli ve gerçek niyetinin bedelini, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu kaybederek ödemiş bulunmaktadır. Tıpkı Merhum Necmettin Erbakan'ın, kendi kaderini biraz da kendi tayin etmesi gibi. Siz bakmayın şu anda 28 Şubat darbecilerinin yargılanmakta olduğuna. Aslında bu konuda Merhum Erbakan'ın ve adamlarının da hataları vardır. Lütfen onları da görmezden gelmeyelim. Nasrettin Hoca hesabı; hırsızı yargılayalım evet, ancak ev sahibinin ihmallerini de lütfen görmezden gelmeyelim. İnsaflı ve vicdanlı olalım. Üstelik hırsızları yargılarken bile...
Bize göre; Mısır'daki hadiseye yaklaşmanın, demokrat olup olmamakla alakası yoktur. Gerçekçi olup olmamakla alakası vardır. Yukarıda da söyledim; Orta Doğu'da İsrail'i, dolayısıyla ABD'yi dikkate almayan hiç bir iktidar ayakta kalamaz, İsrail'i dikkate almayan hiçbir politika hayata geçirilemez. Gerçekleri görmek ve sahip olduğunuz gücün farkına varmak da bir fazilettir aslında. Ülkemiz açısından, olaya bakacak olursak; evet, "Türkiye muz cumhuriyeti değildir" ancak öyle sanıldığı gibi Türkiye, kendi göbeğini kendi kesecek kadar tam bağımsız bir ülke de değildir. Askerlerinin başına çuval geçirilmesi üzerine "ABD'ye Nota verilsin" diyenlere, "Siz nota vermeyi müzik notası vermek mi sanıyorsunuz" diyen bir iktidar tarafından yönetilen bir devlete asla tam bağımsız denilemez. Belki acı ama lütfen bu gerçekleri de görelim artık...
Gördünüz mü Gazze'nin Yaptığını!
Muhammed Mursi'nin başını yiyen sebeplerden birisi de galiba Gazze'dir! Bilindiği gibi, Mısır'ın Gazze sınırındaki Refah sınır kapısı, Hüsnü Mübarek tarafından ABD ve İsrail'den gelen baskı sonucunda tam anlamıyla kapatılmış ve Gazze'li Müslümanlar adeta açlığa mahkum edilmişti. Muhammed Mursi yönetimi, işte bu sınır kapısında İsrail'in karşı çıkmasına rağmen bazı yeni düzenlemeler yaptı. Özellikle insani ihtiyaçların ve inşaat malzemelerinin geçişine nispeten serbestlikler getirdi. İşte bu düzenlemeler de Muhammed Mursi yönetimine karşı tepkisel seslerin yükselmesine sebep oldu. Açıkçası, Muhammed Mursi, ABD'den önemli miktarda askeri yardım almakla tam bağımsız olmayan Mısır'ın, bu yanını görmezden gelmeye başlamıştı ve birileri, kendisine bu gerçeği göstermiş oldu. Elbette biraz sertçe...
Esasen Mısır'daki hadisenin, askerin demokrasiye müdahalesi anlamına gelip gelmediği de biraz tartışmalıdır! Çünkü ortada günlerdir Tahrir Meydanı'nı dolduran yüz binlerce insan vardır ve bunlar demokratik bir eylemin içindeydiler. Aslında Mısır'daki Askeri müdahaleyi destekleyen geniş halk kitleleri vardır ki; bunların içinde tıpkı İhvanı Müslimin gibi bazı Selefi (katı İslamcı) partiler, El-Ezher Üniversitesi gibi bilim kuruluşları ve Kıptiler gibi Hıristiyan topluluklar vardır. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt yönetimleri Mısır'daki darbeye destek açıklamaları yaptılar. Bu ülkelerin, Suriye konusunda bizimle birlikte hareket eden ülkeler olduğunu da sakın unutmayalım. Öte yandan, askeri müdahalenin ertesinde Mısır Borsası'nın %6 civarında değer kazanmış olması da ilginçtir.
Dolayısıyla; Mısır Ordusu'nun yapmış olduğu müdahaleye "DARBE" demek tartışmaya açıktır. Mısır'daki askeri müdahalenin, Tahrir Meydanı'nda toplanan yüz binlerin ve ülke çapındaki milyonların tepkisinden sonra gelmiş olması, bu müdahaleye darbe değil, olsa olsa direk demokrasi dememizi gerektirmektedir! Yani bir tür ilkel demokrasi diyelim. Bir anlamda halk, eski tarihlerde olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı sarayına gidip M.Mursi'nin yakasından tutup dışarı atmak yerine, bu işi biraz da orduya yaptırdı diyelim.
Unutmayalım ki; ünlü Türk-İslam düşünürü İbn-i Sina, gerektiğinde Halife'nin (yani Devlet Başkanı'nın) halk tarafından öldürülebileceğini söylemiştir. İbn-i Sina'ya göre; Halife'nin taşıdığı üstün güç meşru olmalıdır. Bu meşruiyet, bireylerin doğrudan ve dolaylı olarak göstereceği rızaya dayanacaktır. Bireylerin rızasının olmadığı ve dolayısıyla, meşruiyete sahip olmayan bir iktidara karşı bireylerin direnme, bu iktidarı alaşağı etme ve hatta iktidarı elinde bulunduran kişiyi öldürme hakları vardır(3). İslamcıların, hassaten Muhammed Mursi ile onu destekleyen iç ve dış güçlerin bunları bilmeleri gerekir(di).
Kıptiler ve Aleviler
SETA Ortadoğu Uzmanı Can Acun örneğinde olduğu gibi "Orta Doğu Uzmanı" sıfatıyla TV'lere çıkarılıp konuşturulanlar, Mısır nüfusunun %11'ni teşkil eden Hıristiyan Kıptiler ile ülkemizdeki Aleviler arasında paralellik kuruyorlar(4). Bu uzmanlar üstü kapalı olarak Türkiye'deki iktidarın Alevilerin isteklerine duyarlı olması gerektiğini ima ediyorlar. Doğrusu Gezi Parkı Eylemcilerinin arasında Alevi yurttaşlarımızın ekseriyette olduğu ve Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları yerleşim yerlerindeki eylemlerin çok daha sert geçtiği dikkate alınırsa; bu tür imalara ve uyarılara duyarlı olmakta fayda var gibi gözüküyor. Üstelik Türkiye'deki Alevi nüfusun toplam nüfusa oranı, Kıptilerin Mısır'ın toplam nüfusuna oranından çok daha yüksektir ve bu oran en az %25'tir...
Eğer siz, Alevilerin veya diğer muhalif toplum kesimlerinin taleplerini ısrarla görmezden gelir ve onları kuvvet kullanarak bastırmaya çalışırsanız birileri gelir, kendisini sizin yerinize koyarak durumdan vazife çıkartır. Tıpkı ABD'nin Ankara Büyükelçiliği gibi. Bakın ABD'nin Ankara Büyükelçiliği, ABD Bağımsızlık Günü çerçevesinde Ankara'da düzenlenen resepsiyon için T.C. Hükümeti'ne ve devlet adamlarımıza göndermiş olduğu davetiyeye neler yazmış:
"Fikir cereyanları cebir ve şiddet ve kuvvetle reddedilemez. Bilakis takviye edilir. Buna karşı en müessir çare gelen fikir cereyanına mukabil fikir cereyanı vermek, fikre fikirle mukabele etmektir-Mustafa Kemal Atatürk.
Gerçekleri, yabancı fikir ve felsefeleri ve rekabetçi değerleri Amerikan Halkına göstermekten korkmayız. Halkının gerçekleri ve yanlışları açık bir ortamda ayırt etmesinden korkan bir ulus, kendi halkından korkan bir ulustur- John F. Kennedy”(5).
Üstelik konuya ilişkin habere göre; ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, yapmış olduğu konuşmada Gezi Parkı Eylemleri'ne atıflar yapmıştır. Ne yazık ki; siyasilerimizin hataları ve umursamaz tavırları yüzünden, tereciye tere ve Müslüman mahallesinde kafire salyangoz sattırıyoruz efendiler. Yazıklar olsun bize. Elin oğlu bize bizi öğretiyor. Milleti bu duruma düşürmemek gerekiyor. Değil mi efendim?
Ömer Sağlam
___________________
3-G.Recai Okandan, Umumî Amme Hukuku: Devletin Doğuşu, Pozitif ve Teoruk Gelişmesi, Unsurları,s, 234-243, İst. Ü.Yayınları, 1976-İstanbul.
4- Can Acun, bu kıyaslamayı, 04 Temmuz 2013 günü saat 14.30'da NTV'de Oğuz Haksever tarafından hazırlanıp sunulan Haber-Aktüel Programı'nda Mete Çubukçu ile yapmış olduğu mülakatta yapmıştır.
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.