Öte yandan, gerek devletin idaresini elinde bulunduranlar ve gerekse bu idareyi çeşitli yollardan etkileme gücüne sahip güç odakları, MHP'nin ve Ülkücülerin bu ağır başlı tutumlarını "korkaklık" ve "pısırıklık" olarak algılama yanlışına düşmemelidirler. MHP ve Ülkücüler, eğer ağırbaşlı tutumlarını devam ettiriyorsalar, bunun sebebi korku ve pısırıklık değil, Türk Devleti'nin bekasına ve Türk Milleti'nin bölünmez bütünlüğüne olan sarsılmaz inançlarıdır. Bunu, herkes böyle bilir böyle kabul ederse, sanırım en azından kendileri için doğru bir tercih yapmış olurlar. Çünkü, Allah korusun ve Allah bize o günleri göstermesin; vatanın bütünlüğü, milletin mukadderatı ve devletin üniter yapısı tehlikeye girdiğinde, şu 76 milyonun en azından 70 milyonunun MHP ve Ülkücüler gibi düşüneceğinden benim asla ve kat'a endişem yoktur.
Eskiler, "her milletin en az %70 hain kontenjanı vardır" demişlerdir. Bizim hain kontenjanımız ise uzun süredir lebalep dolu gözükmektedir ve bunlar herkes tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla; bugünler bu ülke sınırları içinde yaşayan tüm insanlar için akıllarını başlarına devşirme günleridir. Herkes aklını başına almak, hesabını ve kitabını ona göre yapmak zorundadır. En azından kendisinin ve ailesinin istikbalini düşünerek...
Atatürk Bir Güneştir ve Güneş Balçıkla Sıvanmaz!
Geçenlerde Milli Düşünce Merkezi isimli kuruluşta E.Tuğ.Haldun Solmaztürk'ün vermiş olduğu bir konferansa katıldım. Haldun Solmaztürk'ün bir anısı, doğrusu herkes gibi beni de duygulandırdı, ancak daha çok da gururlandırdı.
1980'li yıllarda yüzbaşı rütbesiyle Belçika'daki NATO üssünde görevli olduğu sırada başından geçen olay şöyledir Haldun Paşa'nın:
Oradaki Türk subaylar bir 10 Kasım günü kendi çaplarında bir "Atatürk'ü anma günü" tertipliyorlar. Genç yüzbaşı, anma merasiminin çok sönük geçtiğini düşünerek o sırada orada görevli Türk generale durumu açıyor. General de "Tamam o zaman, seneye sen organize et bu etkinliği" diyor ve genç yüzbaşıya bir Amerikan gazetesinin kupürünü uzatıyor. Uzatırken diyor ki;
-"Hele bak bakalım şu gazete kupürüne. Belki işine yarayacak bir şeyler vardır. Geçenlerde ABD'li albay verdi. Kendisine 'hayırdır albay' dediğimde bana şunu anlattı:
'General, bu gazeteyi babam göndermiş Amerika'dan. Gazete, ABD Genel Kurmay Başkanı(1) ile bir röportaj yapmış ve Genel Kurmay Başkanı kendisiyle röportaj yapan gazetecinin -Sayın Genel Kurmay Başkanı, başarınızı ve ABD ordusu içinde bu denli yükselmenizi neye borçlusunuz? Kendinize örnek aldığınız birisi var mı?- diye sorunca Amerikan Genel Kurmay Başkanı kendisine şu cevabı vermiş; -Ben kendime Mustafa Kemal Atatürk'ü örnek aldım. Çünkü o, yokluk içinde düşmanlarını ülkesinden kovarak yeni bir devlet kuracak azim ve cesareti göstermiş dünyadaki yegane liderdir...- Sonra Amerikalı albay şunu ekledi: -Babam gazete kupürünün üzerine şunu yazmış; -oğlum belki ABD Genel Kurmay Başkanı'nın anlattıklarında senin için örnek alınacak hususlar vardır diye gazete kupürünü kesip sana göndermeyi düşündüm-"
Peki, Amerikan Genel Kurmay Başkanı'nı bile kendisine hayran bırakan ve başarılı olabilmek için yola çıkanlara örneklik teşkil eden Atatürk, onca yokluk içinde bitkin ve bitap düşmüş halkı yanına nasıl çekti ve başarıya nasıl ulaştı? İşte onun, Türk halkını etrafında toplayıp bir küme halinde hedefe kanalize etmesinin altında yatan büyük sır:
Atatürk ve Sincanlı Kadın
Gazi Çiftliği'nde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu ve;
-"Merhaba nine" dedi.
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
"Merhaba oğul " diye cevap verdi.
Atatürk;
-"Nereden gelip nereye gidiyorsun?"
Kadın şöyle bir duralayıp,
-"Neden sordun ki" dedi. "Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?"
Paşa gülümsedi.
-"Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk Milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk Milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?" diye sordu.
Kadın başını salladı.
-"Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim..." dedi.
Atatürk;
-"Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?"
Kadın;
-"Gazi Paşamızı görmem için... Başını pek ağrıttım da.... Benim iki oğlum gâvur harbinde şehit düştü... Memleketi gâvurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum.... Rüyalarıma girdi Gazi Paşa... Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi... Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey."
Atatürk;
-"Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı?" deyince;
Kadının birden yüzü sertleşti ve şöyle cevap verdi;
-"Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver..."
-"Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu..."
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum ve; "Anacığım" dedim, "sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor."
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
-"Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim.... Seversen gene yapıp getiririm..."
- "Bu ana, bizim anamızdır. Burada iki gün konuk edin.... Sonra köyüne götürün. ... Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun..."(2).
Türk Askerinin Büyüklüğü
Yine E.Tuğ. Haldun Solmaztürk anlattı:
Binbaşı olarak Somali'de bulunmaktaydım. ABD birliği çekilince, oranın güvenliği büsbütün bize kaldı. Ancak bazı Amerikan gemileri Somalı açıklarında kalmaya devam ediyor, bir Amarikalı yüzbaşı hemen her gün geliyor bizimle istişarelerde bulunuyordu. Yüzbaşı, dikkat çekecek ölçüde bana karşı son derece saygılı davranıyor ve sanki karşımda sürekli esas duruşta duruyordu. Ben, bunun sebebini rütbece ondan üstün olduğuma bağlıyordum ama bir gün dayanamadım bu davranışının sebebini sordum. Bana şu cevabı verdi:
-"Sir, babam Amerika'dan sürekli sizi ve sizinle aramızın iyi olup olmadığını, size karşı bir saygısızlık yapıp yapmadığımı soruyor ve size karşı saygılı olmam konusunda sürekli olarak beni ikaz ediyor. Babam, Türk askerinin dünyanın en seçkin ve saygı değer askeri olduğunu söylüyor. Onun için de bana sürekli olarak sizinle iyi geçinmem ve size saygı göstermem gerektiğini tembih ediyor. Ben de onun tembihlerini yerine getiriyorum. Çünkü babam, Kore'de sizin askerlerinizle omuz omuza savaşmış ve sizin askerlerinizin cesaretini ve büyüklüğünü yakından görmüş..."
Kıssadan hisse: Biz işte bu askerin büyüklüğünü bile henüz idrak edebilmiş değiliz. Generallerimizi sahte ve düzmece belgelerle içeride tutmaya devam ediyoruz ey millet. Geçenlerde medyada bir fotoğraf vardı; fotoğrafta askeri bir konvoy güneydoğuda bir yerleşim yerinde yoldan geçiyor, yolun iki kenarına yığalan halk da PKK bayrakları ve Apo posterleriyle nümayiş yapıyordu. Sahi siz bu görüntülerden hiç utanmadınız mı beyler? İtiraf edeyim ki; ben çok utandım...
1- E.Tuğ.Haldun Solmaztürk, Amiral Graw gibi bir isim telaffuz etti ama ben tam olarak bu ismi anlayamadım. Ancak Atatürk'ü kendisine örnek alan bu ABD Genel Kurmay Başkanı'nın denizci olduğunu net olarak anladım.
2-Merhum Sabiha Gökçen'den aktarıldığı anlaşılan bu anıyı internet ortamında paylaşan E.Binbaşı, şu nada Ergenekon tutuklusu ve yerel mahkemede 16 yıl hapis cezasına çarptırılmış bulunmaktadır. Acaba neden? Binbaşı, aktarmış olduğu bu anının altına şu notu ilave etmiş: "Kıssadan hisse; vatandaşlarının anasına küfür ederek başbakanlık yapan kişinin başbakanlık yaptığı bir ülkede yaşıyoruz.". Binbaşı, muhtemelen Başbakanın Mersinli Çiftçiye "Haydi ananı da al git" şeklindeki çıkışıyla şehit anasına yapmış olduğu "Askerlik yan gelip yatma yeri deildir" şeklindeki çıkışından hareketle böyle bir not düşmüş paylaşımının altına. Binbaşının içeri alınmasını sebebi bu tür muhalefet yapması olabilir mi? Hele hele, onların ceza almasına esas teşkil eden en önemli belge kabul edilen 5 nolu diskin sahte olduğu TÜBİTAK tarafından da tespit edilmişken. Gazi Çiftliği mi? Şu anda parsel parsel bölünmüş durumda. Devasa boyutlarda bir başbakanlık binası yükseliyor ve içinden bulvarlar geçirilmiş bulunuyor. Sabiha Gökçen mi? "Tunceli Harekatı'nda savaş pilotu olarak görev aldığı gerekçe gösterilerek" ismi bile İstanbul'daki ikinci hava limanından silinmeye çalışılıyor...