Olumlu Düşün(me) Sanatı [Merve Çiçek Vatan]
Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Küçükken
öğrendiğim, ancak şu an hatırlayamadığım bir hikâye var.
Tekerleme gibi, garip
bir döngüden oluşan.
Hikâye şöyle…
Adamın biri
evden çıkmış. İşine yetişmek için alelacele tepmeye başlamış yolları. Malum,
sabahın körü… Kahvaltı da edememiş zaten, siniri tepesinde. Her neyse… Adam,
haldır haldır koşturup otobüse yetişmeye çalışırken (gömleği de ütüsüzmüş bu
arada), cüzdanını düşürmüş ama farkına varmamış. Adamın cüzdanını düşürdüğünü
gören dilenci, yetişmiş bizimkine, tutmuş çekmiş kolundan. Bizimki başta
korkmuş, oflaya puflaya ne istediğini sormuş ama dilencinin kendisine cüzdanını
uzattığını görünce gülümsemeye başlamış.
Teşekkür edip, hoplaya zıplaya devam etmiş yoluna. Belediye otobüslerine
gelmeden önce, hemen solda kalan markete girip bir şişe su almış kendine.
Parayı uzatıp marketçiye gülümsemiş, onu da mutlu etmiş. Marketçi de gitmiş,
toptancıya gülümsemiş falan… Bu hikâyede
yolunda gitmeyen, tuhaf bir şeyler var ama önemli değil sanırım. Başka birileri
daha mutlu oluyordu ama ben tam hatırlamıyorum. Neticede bu mutluluk döngüsü
tekrar adamda bitiyor. Bu hikâyeden çıkarılacak ders neydi, şu an onu bile
bilmiyorum. Mutlu olun ve mutlu edin olabilir mesela. Belki de mutluluk döngüsü
olmalı başlığı.
Asıl konuya
gelecek olursak…
Son günlerde
tuhaf tuhaf ikilemler yaşıyorum. Tamam diyorum; salla gitsin, düşünme. Bak, her
şey ne güzel aslında, kuşlar falan… Sonra bir bakıyorum yine aynı şey. Karar
verebilene aşk olsun. Durduk yere mutsuz oluyorum. Sonra oturup düşünüyorum.
Hıncımı hâlâ yay çekmekte olduğum kemanımın zavallı tellerinden çıkarıyor,
derdimi resimlerle anlatıyorum. Sonra yine kızıyorum kendime… Yahu, kendine
gel, toparlan diyorum. Olumlu düşün, iyi
düşün…
Kaç yıl
yaşıyoruz biz? İnsan ömrü ne kadar mesela? Cahit Sıtkı Tarancı’ya göre 70 ama
bence gayet kötümser bir yaklaşım bu. Peki, neden duruyoruz hâlâ? Neden bu
kadar karamsar ve benciliz? Neden durup bakmıyoruz kendimize? Neden
konuşmuyoruz, neden susup her şeyin kendiliğinden olmasını bekliyoruz? Neden
sürekli soru sorup duruyorum ben?
Ne
anlatacağımı da unuttum yine… Hah!
Bakın,
tamamlayamadığım, hatta hatırlamayı bile beceremediğim hikâyede bile olumlu bir
şeyler var. Bir gülümseme, zincirleme bir reaksiyona neden oluyor. Herkes mutlu
oluyor.
Öyle de
işte… İnsan da her zaman pozitif olamıyor ki…
Çünkü insan
tam iyi olacağım, pozitif düşüneceğim diyor ama bu seferde Murphy yasaları
giriyor devreye. Kendilerine çok inanırım ben. Çok sinir bozucu ve doğru çünkü…
Örneğin; kendi hâline bırakacağım dediğim her şey, ‘’hayırlısı’’ ile başlayıp,
‘’kısmetse’’ ile biten tüm cümlelerim, yaptığım tüm işlerim, nedense hep daha
kötüye gidiyor. Ve evet diyorum, Bir şeyin
birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde
ters gidecektir. İş
görüşmesine giderken süslenip püsleniyorum, olabildiğimce kurumsal oluyorum ama
evden dışarı adım atar atmaz kafama kuş pisliyor mesela…
Gülümsüyorum
ve olumlu düşünüyorum…
Hayırdır
inşallah deyip yoluma devam ediyorum ve yol üstündeki bir tezgâhtan piyango
bileti alıp, sabırsızca beklemeye başlıyorum.
Sonuç?
İş görüşmesi
kötü geçti çünkü kuş pisliği kokuyordum. Piyangodan ise amorti bile çıkmadı.
Sonuçta ne mi oluyor? Hiç… Hem de en kocamanından bir hiç… Peki, olumlu
düşünceye ne oldu?
Şimdi tekrar
karamsarım.
İnsanlar
ahlak kuralları ve maneviyat üstüne yazılar yazıyor. Mutlulukla ilgili
formülleri falan var ama nedense hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Ya havada asılı
kalıyorlar ya da üstüne kahve dökülmüş birkaç satırın arasında silinip
gidiyorlar.
Ama…
Ama umut
öyle mi? Umut çok daha farklı... Ne bir formülü var, ne bir teoremi…
Umutlarımızın üstünü hayallerimizle örtüp, rüyalarımızla sarıp sarmalıyoruz.
Mutlu oluyoruz sonra. Delilik değil, imkânsız değil. Kimseye bahsetmek zorunda
değiliz. Kimse ‘’Neden umut dolusun?’’ diye sormuyor. Mazhar- Fuat- Özkan bile
diyor ya: ‘’Benim hâlâ umudum var.’’ diye… Ama mutlu olsak, ‘’Neden mutlusun bu
kadar?’’ diye soran bir sürü insan olur. Mutluluk batıyor çünkü insanlara.
Eee, o
zaman?
O zaman
umutlarımıza tutunalım, çünkü mutluluğu öyle buluyoruz. Bal peteği bulmuş arı
gibi. Önce bir arı buluyoruz, sonra onu takip ediyoruz. Sonra bir sonrakini,
diğerini… Umutlarımız bizi mutluluğa ulaştırıyor, balözüne…
Mutlu olmak
için çok bir sebep yok, biliyorum. Hele böyle bir dünyada… Doğru dürüst nefes
bile alamıyorken, taksiciler insanları enayi yerine koyuyorken, otobüsler
vaktinde kalkmıyorken ve en sevdiğiniz çikolatadan markette bir tane bile
kalmıyorken… En önemlisi bu çağda hâlâ savaşlar oluyor, insanlar ölüyor ve biz
hâlâ deli gibi kola tüketiyorken…
İlla karma
felsefesini hatim etmek, oradan kuantuma sıçramak, meditasyon yapmadan
duramamak, tuhaf bir felsefeyi hayatın merkezine yerleştirip mobilyaları o
felsefeye göre konumlandırmak gerekmiyor. Sadece olumlu düşün(me)k bile yeter.
Korku falan hikâye, yeter ki korkak olmayalım. Yatağın altında canavar yok
mesela. Dolabın içinden öcüler de çıkmıyor. Belki varlar, belki onlar da
iyidirler. Belki dolabın içindeki kırmızı burunlu burunlu yaratık, aslında
iyidir. Silmek istediklerimizi siler, başa sarmak istediklerimizi, değiştirmek
istediklerimizi değiştirir belki... Belki bu sıcakta kalkıp elektrik faturamızı
bile ödemeye gider.
Mutlulukla,
olumlu düşünceyle ilgili bir yazı yazmak aklımın ucundan geçmezdi. Şans eseri
bir anket gördüm ve içlendim durduk yere. Dünyadaki en mutlu ülkeleri sıralamışlar
ankette. Biz, yüz bilmem kaçıncı sıradayız. Üzüldüm hâlimize. Bir burkuldu
içim, kıyamadım sanki. Gana ve Zimbabwe bile geçmiş bizi. Panama süper
mutluymuş mesela. Şaşırtıcı değil tabii, onların da mutlu olmaya hakkı var ama…
Sanki biz daha mutlu olabilirmişiz gibime geliyor. O kadar misafirperver, iyi
huylu değil miyiz? Sempatik bir millet değil miydik biz? Hani marjinal olan
bizdik? Tüm o ‘’hülolüaj’’ diye haykırışlar yalan mıydı? Neden mutsuzuz o zaman?
Çıkamadım ben işin içinden.
Özetle, iyi
düşünün iyi olsun.
Olmuyorsa da zorlayın, kırılırsa zaten değişmesi
gerekiyordur.
Merve Çiçek Vatan
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.