Burada o günden bahsetmemek o güzel güne katkıda bulunanlara büyük haksızlık olur kanısındayım. Onun için mutlaka anlatmalıyım.
Önce bizim ailede doğum günlerinin çok ayrı bir önemi olduğunu belirteyim.
Bu nedenle doğum günümde ilk defa ailemden çok uzaklarda olacağım için kendimi biraz buruk hissediyordum.
Doğum günümün sabahı her zamanki saatte kalktık, hazırlandık, kahvaltımızı ettikten sonra arkadaşlarla inşaata gidip çalışmaya başladık. Kimsenin benim doğum günüm olduğundan haberi yoktu sanki, ne bir kutlama, ne bir tatlı söz.
Bu durum beni biraz duygulandırdı ama sonra baktım yapacak bir şey yok, "Aman sen de bu doğum günüm de böyle geçecekmiş, varsın geçsin!"' diyerek kendimi işime verdim. Akşama kadar da doğum günüm olduğunu aklıma getirmemeye çalıştım
Sonra baktım benim kıyafetlerimin arasından bana da giydirecek bir şeyler arıyorlar. Sonunda bir beyaz gömlek, lacivert bir pantolon ve kırmızı bir hırkayı seçerek benim de onları giymemi istediler.
Bir gariplik olduğunu hissettim ama istediklerini de itiraz etmeden yerine getirdim. Ardından da üçümüz akşam yemeğine gitmek üzere kapıya çıktık.
Hep bir ağızdan beni biraz öven, biraz da takılan bir şarkı söylemeye başladılar. Şarkı Semiramis diye başlıyor, dörtlüklerin son dizeleri;
"Doğum günün kutlu olsun" diye bitiyordu.
Çok hoş bir şarkıydı. Sonradan öğrendim ki bu şarkının sözlerini bir gece önce biz evimize çekildikten sonra birlikte yazmışlar ve bu sözleri;
"Ela gözlü nazlı yâri, görem dedim göremedim" türküsünün müziğine uyarlamışlar.
Bir duygu seli içinde biz masaya doğru ilerlerken masada bizim için ayrılan yerin de özenle seçilerek hazırlandığını fark ettim. Masanın tam ortasında üç sandalyeyi boş bırakmışlar, ortadaki sandalyenin arkasını bir tahta parçasıyla yükseltmişler ve tahtanın üzerini bana doğum günü hediyesi olarak aldıkları nefis bir yün heybeyle kaplayarak taht havası vermişler.
Hazırlanan sürprizler bununla da bitmiyordu.
Ahçılarımız da, o akşam menüye ayrı bir özen göstermişler, üstüne üstelik benim doğum günümün şerefine o güne kadar hiç yapmadıkları bir şeyi yapmışlar, leziz bir tulumba tatlısı hazırlamışlardı.
"Semiramis Tuncer kim?" diye sorarak yaklaştılar yanımıza.
Ben ayağa kalkınca jandarmalardan biri "Sizi komutanım çağırıyor, karakola kadar bizimle geleceksiniz!" dedi.
Herkes çok şaşırdı ama ben ne olduğunu az çok tahmin etmiş, fazla telaşlanmamıştım. Onlara da telaşlanmamalarını söyledim ve iki arkadaşımla birlikte jandarmalar nezaretinde karakolun yolunu tuttuk. Jandarmalar yolda ser verip sır vermiyorlar, bütün ısrarlarımıza rağmen "Komutanımızdan öğrenirsiniz!" diyorlardı. Onların bu ketum davranışı beni de biraz endişelendirmeye başlamıştı ki karakola vardık.
Komutandan durumu öğrenince rahat bir nefes aldım.
Canım annem, sırf doğum günümde benim sesimi duyabilmek için, ne yapmış etmiş, santraldaki dostumuz Ayten Abla'ya Gilindire Karakolu'nun telefonunu buldurtmuş, o tatlı diliyle komutana durumu anlatmış, komutan da, sağ olsun, anlayış göstererek beni karakola çağırtmıştı.
Ailemin fertlerinin seslerini de duyduktan sonra çok mutlu bir şekilde eve dönüp yattım, ne kadar şanslı olduğumu düşündüm ve Allah'a bana böyle bir aile ve böyle dostlar verdiği için bir kere daha şükrettim.
İstanbul'a vardığımızda rahmetli anneanneciğimin kapıyı açıp ta beni öyle simsiyah görünce gösterdiği tepkiyi de unutamam. Önce hayretle yüzüme baktı, sonra "Ah marsık gibi olmuşsun. Çok çirkin olmuşsun!" diye hayıflandı, ardından da "Allah aşkına sakın bir daha bu kadar yanma" diye ant verdi.
Türkiye'nin en güzel şiir sitesi "Şiir Parkı"nın sahibi olan ve nezaket gösterip birkaç şiirime yer vermesi nedeniyle internet üzerinden de olsa tanışma mutluluğuna erdiğim Sayın Semiramis Kanbak'ın; 28 Haziran 2013'ten bu yana yani 1,5 yıldır devam eden 45 yazılık anılar dizisi, şimdilik, burada kesiliyor. Dikkat ederseniz bitti demiyorum. Yakın bir zamanda yenilerini okuyabilmek umuduyla tüm gruplarımız ve şahsım adına kendisine teşekkür ediyor, başarılı çalışmalarının devamını diliyorum.