19. Millî Eğitim Şurası, Artuklu Üniversitesi ve Medresetüzzehra Projesi [Ömer Sağlam]
Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Antalya'da tamamlanan 19. Milli
Eğitim Şurası'nda alınan kararların en belli başlıları, ilkokul 1, 2, ve 3.
sınıflarında da zorunu din dersleri verilmesi, Osmanlıca'nın İmam-Hatip ve
sosyal bilimler liselerinde zorunlu, diğer liselerde seçmeli ders olarak
okutulması oldu. Böylece, yani din derslerinin ilkokulun birinci sınıfından
itibaren zorunlu hale getirilmesiyle, Cumhuriyet okullarının, tıpkı Osmanlı'da
olduğu gibi medrese olmalarının yolu da açılmış oldu. Hatta, yaz aylarında
Diyanet'in bütün camileri Kur'an Kursu'na tahvil ederek çocukları buralarda
toplayıp yoğun şekilde din eğitimine tabi tutması da dikkate alındığında,
Türkiye'nin büsbütün din devleti olacağı yönündeki tahminlerin bir hayli
güçlendiğini görmemek, büsbütün fikri körlük ve öngörüsüzlük olacaktır.
Elin oğlunun, milyonlarca km.
ötedeki kuyruklu yıldızlara, yıllarca sürecek yolculuklara dayanıklı uzay
araçları gönderdiği ve uzayda koloniler (yerleşim yerleri) kurmaya çalıştığı
bir zaman diliminde, Türkiye'mizin nelerle uğraştığını görmek, insanı
kahırların en büyüğü ile kahretmektedir. Hele hele böyle bir Türkiye'nin, dünya
yolsuzluk algılamasında ilk üçte yer alması, bizi Türklüğümüzden ve
Müslümanlığımızdan utandırmaktadır. Gelin görün ki; iktidarda "Ben yaptım oldu" anlayışında
olan ve hiç kimseye minneti, hesap verme niyeti olmayan şımarık bir hükümet
var. "Algı yönetimi" dedikleri
şeyle, yapmış olduğu yanlışları bile doğru olarak lanse ediyor ve 77 milyon da
sanki hipnotize olmuş gibi bunları yiyip sindiriyor.
Padişahımız Efendimiz "İtibardan
Tasarruf Olmaz" Buyurmuşlar!
Tayyip Erdoğan, "1000
odalı saray" tenkitlerine, "1000 odalı değil, 1150 küsur odası
var" diyerek karşılık
veriyor ve adeta "söyler Ali Ağam, dinler Veli Ağam" anlayışı içinde
tenkitleri umursamadığını açık ediyor. "Atalarımız, itibardan tasarruf
edilmez" demişlerdir diye de bir özlü söz uyduruyor kendi kendisine.
Hakkı alileri vardır; itibardan elbette tasarruf olmaz.
Lakin gelin görün ki; Tayip Bey,
küçük hücreler şeklinde yapılan Topkapı Sarayı ile iktifa ederek Viyana
kapılarına dayanan atalarının söylediklerine değil de, düşmanın Trakya'ya ve
Kafkasya'ya dayandığı yıllarda bile almış oldukları dış borçlarla Çırağan,
Dolmabahçe ve Yıldız saraylarını yaptıran atalarını örnek alıyor gibidir.
Medyada yeni yapılan
cumhurbaşkanlığı sarayının komandolar tarafından korunacağına ilişkin haberler
var(1). Demek ki; Hakkari, Şırnak,
Batman, Siirt, Bitlis tepelerinde konuşlu bulunan komandoların mevzilerinden
çekilerek buraları büsbütün PKK'ya teslim ettikleri iddiaları doğruymuş! Demek
ki; bu tepelerdeki komandolar Ankara'ya getirilerek yeni cumhurbaşkanlığı sarayının
olduğu tepelerde (Beştepe) konuşlandırılmış! Peki bu ne anlama geliyor?
Bu şu anlama geliyor; demek ki,
Tayyip Bey, kendisine ne kadar muhkem saraylar yaptırsa da kendisinden emin
değil! Güvenlik ve emniyet korkusu yaşıyor. Bu sebeple, büyük ölçüde gösteri ve
nümayiş kıtası haline gelen Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na güvenmiyor
güvenlik konusunda. Onun için de savaş gücü ve deneyimi yüksek muharip askerler
getirmiş sarayının çevresine! Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı ise binicilik ve
atçılık işleriyle meşguldür artık. Geçenlerde ellerinde Vatikan ve Rusya
bayraklarıyla nasıl da gövde gösterisi yaptılar Papa Francesko'ya ve Viladimir
Putin'e değil mi? İngiliz muhibi olduğu konusunda ciddi iddialar bulunan bir
önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün arkasında bıraktığı yegâne hatıra, galiba İngiliz Kraliyet Sarayı
Buckingham (Bakingam)'daki karşılama törenlerinden etkilenerek Türkiye'ye getirdiği bu atlı
tören birlikleri olmalıdır. Vatana ve millete hayırlı olsun.
Atatürk ve Said-i Kürdi Görüşmesi
Geçenlerde de aktardım;
Türkiye'nin düşünme ve üretme kabiliyeti olan ve onun için de iktidar sahipleri
tarafından pek sevilmeyen, din baronları ve ilahiyat mütegallibesi tarafından
sürekli örselenen üç beş ilahiyatçısından birisi olan Prof. Dr. Yaşar Nuri Özürk, Atatürk'ü anlatırken şöyle diyordu:
"...Çöken imparatorluğun külleri arasında Allah'ın bir lütfu gibi
kalmış kaç insan varsa hepsini devreye soktu. Elmalı'ya Kur'an tefsir ve
tercümesini yaptırdı, Ahmet Naim ve Kâmil Miras'a Buhari'yi tercüme ve şerh ettirdi. Fazla
telaffuz edilmemekle birlikte, belki de bunlardan daha önemli bir şeye teşebbüs
etti ama basiret yerine inat ve öfkeyle karşılaştığı için düşündüğünü yapma
imkânı bulamadı. Türkiye'de Ezher
benzeri bir İslam üniversitesi kurma hayali olduğunu bildiği bir zatı Ankara'ya
çağırıp ona bu üniversiteyi Van'da kurması için devlet bütçesinden her türlü
yardımı yapacağını söyledi. Başlangıç olarak da, Meclis kararıyla, büyük bir
meblağı, kuruluş için tahsis etti. Aynı üniversiteyi kurmak için daha önce,
Mahmut Şevket Paşa'nın aracılığıyla Osmanlı hükümetinden de önemli miktarda
altın para alan bu zatın Atatürk'ün teklifine cevabı, ne yazık ki büyük bir
talihsizlik oldu. Davet edilen zat, Gazi'ye şunu sordu:
-'Paşa, sen namaz kılıyor musun?'
Atatürk, her zamanki riyasızlığına, mertliğine yaraşır bir cevapla
'Hayır, kılmıyorum!' dedi. Vakar ve imanına bizim de saygımız olan zat,
Gazi'ye, İslam'ın basiret ve itidal ilkelerine değil de öfkesine uygun bir
cevap verdi. Daha doğrusu, beklediği bahaneyi yakalamış olmanın keyfi içinde
reddiyesini yapıştırdı:
-'Namaz kılmayan zalimdir,
zalimin hükmü de merduttur!'
...
Atatürk'ün, Van'da bir El-Ezher
benzeri bir üniversite kurması için Ankara'ya çağırdığı ve bu konuda her türlü
maddi desteği vereceğini taahhüt ettiği zat Said-i Kürdî'den başkası
değildir. İkili arasında 25 Kasım
1922'de TBMM'de gerçekleşen görüşmenin sonucunu Mustafa Armağan'dan aktaralım:
"(Atatürk) 'Ben seni birlik için çağırmışken, sen namaz kılanlarla
kılmayanlar diye ayrılık çıkarıyorsun' diye eleştiriyor. Said-i Nursi bunun
karşısında 'Ben ayrılık getirmek için değil tam tersine, namazı teşvik etmek,
sizin de bir gazi olarak, zafer kazanmış bir komutan olarak, insanları dine ve namaza
teşvik etmenizi istedim' diyor. Evet
karşılıklı konuşuyorlar ama ikisi de bu görüşmeden memnun olmuyor, sonra Said-i
Nursi odadan çıkıyor ama bir kapı çarpma hadisesi yaşanmıyor. Arkasından
Atatürk çıkıyor ve son olarak 'Böyle adamlarla bu memleket bir yere varamaz, bu
hocalarla bir şey yapılmaz' diyor"(2).
Medresetüzzehra Projesi
Antalya'da yapılan 19.Milli
Eğitim Şurası'nda alınan kararları duyunca ister istemez şu
"Medresetüzzehra" konusu aklımıza geldi. Hani şu, Atatürk'ün
Said'i Kürdî'yi Ankara'ya çağırıp, Van'da kurmasını istediği söylenen
Mısır'daki El-Ezher benzeri üniversite demek istiyorum. Peki nasıl bir
üniversitedir bu Medresetüzzehra?
Bu konuda internet ortamında
epeyce yayın var. Nur cemaatine mensup olduğu anlaşılan yazar Ümit Alparslan,
konuya ilişkin çok geniş bir yazı yazmış. Ümit Alparslan, daha sonra kurulan
üniversitelere model olan bu medreselerin geçmişini Milâdi 9. asra kadar
götürüyor "Bir Model Olarak
Medresetüzzehra Projesi" başlıklı yazısında ve "Fıkıh, Kelam, Tefsir, Hadis, Astronomi, Matematik, Fizik gibi
ilimlerin beraber okutulduğu medreselerde, bilhassa yüksek kısımlarında XV.
yüzyıla kadar, alanlara göre ihtisaslaşma da gerçekleştirilmişti. İslam
dünyasında, ilk mektepler dışındaki bütün kademeleri içine alan örgün öğretim
kurumu olan medreseler, gittikçe dar bir alana yönelerek, özellikle yüksek
kısımlarda İslam hukukunun öğretildiği meslek okullarına dönüşmüştür." diyor ve arkasından da bu fikrin ortaya çıkış sebeplerini
ve daha sonraki gelişmeleri bizzat Said-i Kürdî'nin eserlerinden alıntılar
yaparak ayrıntılı olarak anlatıyor yazısında.
Öz
olarak da bu düşüncenin, Said-i Nursi tarafından, o sırada İslam Dünyasının
büyük bölümünü sömürgesi altında tutan İngiltere'nin İslam dünyasına ve
bizatihi İslam'a yönelik sinsi emellerine karşı bir tedbir olarak ve Mısır'daki
El-Ezher üniversitesinden hareketle ve ancak bu üniversitenin daha da
geliştirilmiş hali olarak "Medresetüzzehra" adıyla
düşünülüp ve planlandığı, Bitlis merkezli olarak kurulmasının yanı sıra
Diyarbakır ve Van'da da birer benzerinin kurulmasının düşünüldüğü söyleniyor
söz konusu yazıda.
Yazarın
bu konudaki ifadesi tam olarak şöyle: "İslam
Darülfünunun, Afrika'nın Ezher'ine karşılık Asya'da açılmasını teklif eden
Bediüzzaman, 1911 tarihinde Medresetüzzehra'nın Bitlis merkezli olarak
açılmasını iki refikasının da doğu ve batı cenahındaki Van ve Diyarbakır'da
açılmasını istemektedir."
Ümit
Alparslan'ın verdiği ilginç bir bilgi de, Said-i Kürdî'nin, üniversite
seviyesinde eğitim-öğretim verecek bu medresede kullanılacak asıl eğitim dilini
Türkçe değil Arapça olarak öngördüğüdür. Bu konuda şöyle diyor yazar: "Projenin hitap ettiği alan, Arabistan,
İran, Hindistan, Türkistan, Kafkasya ve Bosna'ya kadar Osmanlı toprakları
olduğu için, eğitim-öğretim de kullanılacak dil veya dillerin de, bu alana
mutabık olması zarureti vardır. Bu noktadan baktığımızda, Doğu Anadolu'daki
Medresetüzzehra için, üç dilin birden tedrisatta kullanılarak başarının temin
edilmesinin hedeflendiğini görüyoruz. Bediüzzaman, 'Arabî vacib, Kürdî caiz, Türkî lazım' diye bu dilleri formülleştirmiştir."(3).
Bu
cümleden anlaşılacağı üzere; Said-i Kürdî, Medresetüzzehra'nın asıl eğitim
dilini, Arapça olarak öngörmüş, ancak Kürtçe'nin caiz, Türkçe'nin da lazım
olduğunu beyan etmiştir. Yani onun için Arapça olmazsa olmaz şarttır. Çünkü
Arapça için "Vacib" kavramını kullanıyor Said-i Kürdî. Vacib,
İslami literatürde Farz'dan sonra ikinci derecedeki gerekliliği ifade etmek
için kullanılan bir terimdir.
"Bediüzzaman Said Nursi Ve Eğitim Modeli Olarak Medresetüzzehra"
ismiyle bir kitap yazan Araştırmacı-Yazar, kitabını tanıtırken şöyle demiş:
"Said Nursi’nin, hayatı boyunca takip ettiği, çok önem verdiği ve bir
gün talebeleri tarafından bu projenin mutlaka hayata geçirileceğine inandığı,
gittikçe de önemi her gün artan Medresetü’z Zehra projesi üzerindeki bu
çalışmamız..."(4).
Anlaşılan "Eğitim Bir Sen" isimli gerici
sendikanın çatısı altında örgütlenen Said-i Kürdî'nin müritleri, Antalya'da
düzenlenen 19. Milli Eğitim Şurası'nda şeyhlerinin kerametini tahakkuk ettirme
fırsatı bulmuşlar ve cumhuriyetin okullarını büsbütün "Medresetüzzehra" yapma konusunda dev bir adım atmış
bulunmaktalar!
Fitne Yuvası Mardin Artuklu Üniversitesi!
Devletin resmi kaynaklarıyla
kurulan ve her türlü gideri devletimizin resmi bütçesinden karşılanan Mardin
Artuklu Üniversitesi, her geçen gün biraz daha fitne ve fesat yuvası olmaya
doğru koşar adım gidiyor! Bilindiği gibi, bu üniversite kapsamında bir "Kürdoloji"
enstitüsü kurulmuş bulunuyor. Nedir bu enstitünün görevi? Her halde
Kürtçe bilen elemanlar yetiştirmek. Peki bu adamlar ne yapacaklar? Herhalde,
Kürt Tarihi, Kürt Kültürü ve Kürt Dili üzerine araştırmalar yapacaklar, dahası
Kürtçe eğitim verecekler. Kimlere, elbette Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarına. Devletin resmi dili şu anda Türkçedir. Ancak yakın gelecekte
Kürtçe'nin de devletin ikinci resmi ve eğitim dili olacağı konusunda hiç
kimsenin şüphesi olmasın! Gidiş oraya doğrudur ve ben bunu şimdiden görür
gibiyim. Yani bu anlamda Mardin Artuklu Üniversitesi, devletin kendi elleriyle
kurmuş olduğu bir fitne, fesat ve tefrika üssü haline gelmiştir, haberiniz
olsun!
Dahası bu üniversiteye şimdilerde
Said-i Kürdî'nin kurmayı başaramadığı, ancak kurulması için müritlerine vasiyet
ettiği "Medresetüzzehra" gözüyle bakılmakta olduğunu da
öğreniyoruz. haber-7.com isimli
yandaş internet sitesinde Mardin Artuklu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.
Dr. Kadri Yıldırım'la yapılan bir röportajdan hareketle yapılan "Said-i Nursi'nin
'Medresetüzzehra' hayali gerçek oluyor"
balıklı bir röportaj haberde şöyle deniyor:
"Binlerce yıllık tarihi ile kadim medeniyetlere ev sahipliği
yapmış, dinlerin ve dillerin birlikte harmanlandığı bir coğrafyada yer olan
Mardin'de 2007'de hizmete açılan Artuklu Üniversitesi, bölgenin gelişiminde
önemli katkılarda bulunuyor. Üniversite, kurulduğu günden bugüne bir çok alanda
ilklere imza atıyor. Dil laboratuarı olarak adlandırılan üniversitede verilen
eğitim programları içinde en dikkat çekeni şüphesiz üç yıl önce 'Türkiye'de
Yaşayan Diller' adıyla kurulan enstitü. Türkiye'nin bu ilk dil enstitüsünde
Kürt, Arap ve Süryani dilleri ve kültürleri anabilim dallarında tezli
yüksek lisans eğitimi veriliyor. Ancak Süryanice bölümünde henüz eğitim
verilmiyor, sadece bilimsel çalışmalar yapılıyor. YÖK'ün onayıyla gelecek yılın
şubat ayından itibaren Süryani Dili ve Kültürü yüksek lisans programında da
eğitim verilmeye başlanacak. Bu da Türkiye'de bir ilk olacak.
Bölgenin bir diğer gerçeği de medreseler. Özellikle çeşitli dinlere ev
sahipliği yapmış olan Mardin'de de irili ufaklı medreseler varlığını hala devam
ettiriyor. Bu medreselerde sıkı bir İslami ilim eğitimi gerçekleştiriliyor.
Geçtiğimiz yıl bu medreselerde yetişen ‘melle'lere Diyanet İşleri Başkanlığı
kapısını açmış ve bir çoğu diyanet camiasına kazandırılmıştı. Ancak
medreselerin bir de akademik boyutu var ki bu konuyla ilgili henüz resmi bir
çalışma yok.
Yıldırım'a konuyla ilgili üniversite olarak ne düşündüklerini
sorduğumuzda hiç beklemediğimiz bir yanıt aldık: 'Gayri resmi olarak ilahiyatta
okuyan öğrencilerimizi Mardin çevresindeki medreselere göndererek oradaki ilim
tahsil metodunu, o medreselerdeki talebeleri de üniversitemize davet ederek
sistematik ve teknik olarak verdiğimiz Arapça ve İslami ilimleri yakından
görmelerini sağlamayı amaçlıyoruz. Böylece iki paydaş kesim arasında işbirliği
kuracağız. Medreseyle üniversiteyi buluşturup, barıştıracağız.'
Yıldırım ihtiyaç duyulması halinde periyotlar halinde ilahiyat
hocalarını da gönderebileceklerini de sözlerine ekliyor. Said-i Nursi'nin 'Medresetüzzehra'sına (Zehra Okulu) vurgu yapan Yıldırım, bu
tür niyetlerin daha önceden de ortaya çıktığını hatırlatarak, sözlerini şöyle
tamamlıyor:
'Mesela Said-i Nursi hazretlerinin en büyük amaçlarından bir tanesi de
'Ulûm-u ilmiye' dediği üniversiteleri, 'Ulûm-u diniye' dediği medreseleri
birleştirmek, barıştırmaktı. Kendi ifadesiyle sadece dini ilimleri okuyan
kimselerden taassup doğuyor. Bu kimseler hadisi, tefsiri, fıkhı iyi biliyor ama
Ay'dan, Kozmoloji'den, Astronomi'den bahsedildiğinde hala aya gidilemiyeceği
iddialarında bulunabiliyor. Bunun yanında üniversitelerde okuyan talebelerde de
bir inkar ve şüphe doğuyor. Kısmen medreseler üniversiteleşir, kısmen üniversiteler
medreseleşirse o zaman hakikat ortaya çıkıyor kendi ifadesiyle, Bediüzzaman'ın.
O zaman ne taassup ortada kalır ne de şüphe ve inkar. Yetişmiş insanlara da
Said-i Nursi, ‘Zülcenaheyn', yani ‘iki kanatlı' unvanı veriyor. Yani bir kanadı
fen bilimleri, diğer kanadı dini ilimler. Bunun olması için medreselerle
dayanışma faydalı görülürse bu konuda çalışmalarımız olacak' "(5).
Ömer Sağlam
___________
1-http://www.taraf.com.tr/haber-ak-sarayi-komandolar-koruyacak-169140/
2-Konuya
ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz."Atatürk, dinci yobaz Said-i Kürdî'yi
Huzurundan neden kovdu?" başlıklı yazımız, http://www.turkishnews.com/content/2014/12/03/ataturk-dinci-yobaz-said-i-kurdiyi-huzurundan-neden-kovdu/
3-Ümit Alparslan'ın "Bir
Model Olarak Medresetüzzehra Projesi" başlıklı makalesi için bkz.
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=456,
4-http://www.zehra.com.tr/bediuzzaman-said-nursi-ve-egitim-modeli-olarak-medresetuzzehra_h111228.html
5-http://www.haber7.com/egitim/haber/956773-said-i-nursinin-medresetuzzehra-hayali-gercek-oluyor
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.