Bilindiği gibi; 1950'lerde Demokrat Parti, 1960'larda ise Adalet Partisi'nde örgütlenerek merkez sağ partiler içinde yer almayı tercih eden Türkiye'deki Siyasal İslamcı Akım, 1970'lere gelince bağımsız bir parti şeklinde örgütlenmeyi tercih etmiştir. 1969 genel seçimlerinde Konya'dan bağımsız milletvekili seçilen Necmettin Erbakan ve 17 arkadaşı 26 Ocak 1970 tarihinde Millî Nizam Partisi (MNP)'ni kurmuşlardır. Ne var ki; Erbakan tarafından kurulan ve ilki Milli Nizam Partisi olan İslamcı partilerin hemen hepsi, aynı gerekçelerle; "laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu" gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından peş peşe kapatılmışlardır. Öyle ki; Erbakan Parti kurmaktan, AYM ise Erbakan'ın kurmuş olduğu partileri kapatmaktan asla yorulmamışlardır!
Ülkücüler Musa'yı Beklerken! [Ömer Sağlam]
Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Hiç kimse kusura bakmasın ve ucuz siyasi polemik peşinde koşarak hakaretler yağdırmaya kalkışmasın; Milli Görüş'ün ve Türk Milliyetçiliği'nin son 50-60 yılda geçirmiş olduğu evrelere, atlatmış oldukları antidemokratik badirelere baktığımızda ve bu iki siyasi akımı birbiriyle kıyasladığımızda karşımıza, çalışanların sürekli kazandığı, çatışanların ise sürekli kaybettikleri şeklinde bir siyasi tablo çıkmaktadır. Çünkü demokrasilerde çatışanlar değil, çalışanlar iktidar olurlar. Bilindiği gibi; 1950'lerde Demokrat Parti, 1960'larda ise Adalet Partisi'nde örgütlenerek merkez sağ partiler içinde yer almayı tercih eden Türkiye'deki Siyasal İslamcı Akım, 1970'lere gelince bağımsız bir parti şeklinde örgütlenmeyi tercih etmiştir. 1969 genel seçimlerinde Konya'dan bağımsız milletvekili seçilen Necmettin Erbakan ve 17 arkadaşı 26 Ocak 1970 tarihinde Millî Nizam Partisi (MNP)'ni kurmuşlardır. Ne var ki; Erbakan tarafından kurulan ve ilki Milli Nizam Partisi olan İslamcı partilerin hemen hepsi, aynı gerekçelerle; "laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu" gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından peş peşe kapatılmışlardır. Öyle ki; Erbakan Parti kurmaktan, AYM ise Erbakan'ın kurmuş olduğu partileri kapatmaktan asla yorulmamışlardır!
1970 yılında kurulan MNP, 1971 yılında, 1972 yılında kurulan MSP 1980
yılında, 1987 yılında kurulan RP 1998 yılında, 1998 yılında kurulan Fazilet
Partisi ise 2001 yılında hep aynı gerekçelerle kapatılmışlardır. Milli Görüş'ün
son temsilcisi AKP hakkında aynı gerekçelerle açılan kapatma davası ise
direkten dönmüş; parti, para cezasıyla ancak kurtarabilmiştir yakasını AYM'nin
elinden!
Gelin görün ki; Erbakan ve kurmuş olduğu partiler, her kapatma
işleminden sonra çok daha güçlenerek ayağa kalkmışlardır. Mesela, kurulduktan
bir yıl sonra olmak üzere 1971 yılında kapatılan MNP'nin yerine 1972 yılında
kurulan MSP, 14 Ekim 1973 seçimlerinde %11 oy oranına tekabül eden 1.2 milyon
oy karşılığında 48 milletvekiliyle meclise, senato seçimlerinde ise 3 senatörle
senatoya girmeyi başarmış ve 26 Ocak 1974'te CHP ile koalisyon hükümeti kurarak
Kıbrıs Barış Harekatı'nda elde edilen başarıya ortak olmuştur. Erbakan ve MSP,
Süleyman Demirel'in Başbakanlığında kurulan MC (Milliyetçi Cephe)
hükümetlerinde ise en etkili ve belirleyici parti olmuştur.
1980 Askeri Darbesiyle kapatılan MSP'nin yerine 1987 yılında kurulan
Refah Partisi ise belki de kuruluşunu tam olarak tamamlayamamış olmasından
kaynaklanan sebeplerle aynı yıl içinde yapılan seçimlerde ülke barajına
takılarak meclise girememiş, MÇP ve IDP ile ittifak kurarak girmiş olduğu 1991
genel seçimlerinde ise %16.90 oranında oy ve 62 milletvekili ile meclise
girmeyi başarmıştır. Bu 62 kişinin çoğunluğunun Milli Görüş tandanslı
olduklarını söylemeye sanırım gerek yoktur. RP 1994 yılında yapılan yerel
seçimlerde ise Türkiye'de uzmanların ve otoritelerin bile beklemediği oranda oy
patlaması yaparak %19.14 oranında oy almış, İstanbul ve Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanlıkları dahil olmak üzere Türkiye'de birçok belediyeyi yönetme
hakkını kazanmıştır. 1994 yılındaki mahalli seçimler, 1995 yılında yapılacak
Genel Seçimlerin adeta habercisi idi ve RP, 24 Aralık 1995 yılında yapılan
genel seçimlerde %21.38 oranında oy ve 158 milletvekilliği kazanarak birinci
parti oldu ve Erbakan hükümeti kurma hakkını kazandı. ANAP ile koalisyon kurma
çalışmaları başarısız oldu ama Erbakan liderliğinde kurulan REFAHYOL hükümeti
28 Haziran 1996 günü güvenoyu olarak Erbakan Başbakan oldu.
28 Şubat süreci Erbakan'ın Başbakanlıktan çekilmesi ve RP'nin 1998
yılında AYM tarafından kapatılmasıyla sonuçlandıktan sonra, RP'li
milletvekilleri, RP'nin kapatılma ihtimali düşünülerek 1997 yılında kurulan
Fazilet Partisi'ne katıldılar. Milli Görüşçü Fazilet Partisi 1999 yılında
yapılan genel seçimlerde, 1995 yılındaki başarıyı yakalayamasa da yine de
meclise girmeyi başardı. FP, 2001 yılında kapanınca yerine kurulan SP
partililer tarafından fazla rağbet görmedi! Yenilikçiler denilen grup Saadet
Partisi'ne girmeyerek AKP adıyla yeni bir parti kurdular. AKP'nin seçim
başarıları ise ortadadır.
Hülasa edecek olursak; liderliğini Merhum Erbakan'ın yaptığı Milli
Görüş, sırf siyaseti ciddiyete
almalarının, çalışma azmini bırakmamalarının ve davalarında sebat etmelerinin
semeresini misliyle almışlardır. Bu ülkede dört ayrı kişi ile başbakanlık, iki
ayrı kişi ile cumhurbaşkanlığı yapmışlardır ve halen de yapıyorlar. Bir
zamanlar MSP'den milletvekili adayı olacak derecede Milli Görüş'e yakın
durduğunu ortaya koyan Turgut Özal'ı da hesaba katarsak, Milli Görüş'ün
çıkarmış olduğu Başbakan sayısı 5'e, Cumhurbaşkanı sayısı ise 3'e çıkar.
İster sevin, isterse sevmeyin; şurası muhakkaktır ki; Milli Görüş, 1974
yılından başlayarak bu ülkede şu ya da bu şekilde iktidarın ortağı olmuş bir
siyasi akımdır. 2002 yılından itibaren ise tartışmasız ülkeyi tek başına
yönetmektedir ve şu anda devleti büsbütün ele geçirmiş vaziyettedir. Bu
gidişle, daha doğrusu bugünkü şartlarda Milli Görüş'ü demokratik yollardan al
aşağı edecek bir güç de halihazırda görünmüyor ortalıkta. Antidemokratik
yöntemleri ise artık hiç kimse benimsemiyor ve istemiyor bu ülkede.
Antidemokratik yöntemlerin ülkeyi ne hale getirdiği herkesçe malumdur çünkü.
* * *
Türk Milliyetçiliğine gelince; Türk Milliyetçiliğini temsil eden MHP,
1980 Askeri Darbesi'nde olmak üzere sadece bir kere kapatılmıştır. İtiraf
edelim ki; Türk Milliyetçiliği'nin siyasi temsilcisi olan MHP, Milli Görüş'ün
siyasi temsilcileri olan partilerin atlatmış olduğu siyasi badireleri asla
atlatmamıştır. Milli Görüş'ü başarıya ulaştıran yegane sebep de galiba budur!
Yani Milli Görüş mensupları, partileri her kapatıldığında ayaklarını daha bir
sağlam yere basmışlar, birbirlerine daha bir kenetlenmişler ve saflarını
sürekli genişletmişlerdir. Oysa Türk Milliyetçileri, partileri bir kez
kapatılmakla birlikte Milli Görüş'ün yakalamış olduğu siyasi başarıyı
tarihlerinin hiçbir döneminde yakalayamamışlardır. Bunun birçok sebebi varsa
da; kanaatimizce en önemli sebep, Türk Milliyetçilerinin, 1980 öncesinde birçok
yetişmiş elemanını sokak olaylarında yitirmiş olması, geriye kalan birçoğunun
ise 1980 darbesinden sonra uzun süre tutuklu kalarak siyaset yapmaktan mahrum
bırakılmalarıdır. Böyle olunca; Türk Milliyetçileri ve Ülkücülerde önemli
parçalanmalar ve kopmalar yaşanmıştır. Yani Milli Görüşte, partileri her
kapandığında kenetlenme ve birleşmeler yaşanırken, Türk Milliyetçilerinde
ayrışma ve bölünmeler yaşanmıştır.
1999 yılında yapılan seçimlerden her ne kadar ikinci büyük parti olarak
çıkarak koalisyon ortağı olmuşlarsa da bu koalisyon Türk Milliyetçilerinin ve
Ülkücülerin yararına değil, zararına sonuçlar doğurmuştur. Nitekim MHP, ikinci
parti olarak çıkmış olduğu 1999 yılındaki genel seçimlerin hemen arkasından
yapılan 3 Kasım 2002 Erken Genel seçimlerinde barajın altında kalmış, Milli
Görüş ise o seçimlerde tek başına iktidar olmuştur. Dahası Milli Görüş, 2002,
2007 ve 2011 Genel seçimlerinde olmak üzere; son üç seçimdir hem de tek başına iktidar olmaktadır. Bazılarımız için
kabul etmek her ne kadar zor olsa da bugünkü şartlarda 2015 Genel Seçimleri'nin
favorisi de yine Milli Görüşün bugünkü temsilcisi olan iktidar partisi AKP'dir!
Çatışma Siyaseti!
Nedense Türk Milliyetçileri, sürekli olarak çatışmacı bir siyaset
anlayışını benimsemiş gözüküyorlar! Bu, belki de onların vatanın bölünmez
bütünlüğü, milletin birlik ve beraberliği,
devletin üniter yapısı üzerindeki hassasiyetlerinin, diğer siyasi
gruplara kıyasla çok daha yüksek olmasından geliyordur. Türk Milliyetçileri,
kendilerini bu ülkenin asli sahibi olarak görüyorlar ki; Sayın Bahçeli bu
durumu zaman zaman "Biz son sözümüzü
daha söylemedik" şeklinde hülasa etmektedir. İşte bu anlayış ve kabul,
bazen bu insanlara zarar vermektedir! 1980 öncesinde Ülkücülerin ve Türk
Milliyetçilerinin, bazı gizli eller tarafından bilinçli ve maksatlı olarak
çekildiği çatışma ortamı, sürekli olarak Türk Milliyetçilerinin zararına
olmuştur. Ülkücülerin "5000 şehit
verdik" klişesiyle hülasa ettikleri çatışma ortamında bu insanlara,
birileri tarafından ha bire devlete sahip çıktıkları ve komünizmi önledikleri
ezberletilmiştir!
Oysa 1980 askeri darbesi göstermiştir ki; Türk Milliyetçileri ve
Ülkücüler ne bu devletin gerçek sahibi imişler, ne de engellenmesi gereken bir
komünizm tehlikesi varmış bu ülkede! Bunun en açık göstergesi, 1980 askeri
darbesiyle komünizmin önce Türkiye'den, bu tarihten 10 sene sonra da bütün
dünyadan yok olup gitmesidir!
1980 öncesinde sadece tıpkı Ülkücüler gibi kandırılmış bir solcu
gençlik vardı Türkiye'de. Bu iki grup duygularına esir olup birbirleriyle
kıyasıya çatışırken, öbür tarafta Milli Görüşçüler ve diğer dini akımlar,
akıllarını devreye sokarak devleti ele geçirme plan ve projeleri çiziyorlar,
harıl harıl gelecekte kendilerine lazım olacak kadroları yetiştiriyorlardı. Solcular
ve Ülkücüler birbirlerini vurmak için ellerine geçen paralarla silah alırken,
Milli görüşçüler ve diğer dini cemaatler eğitime ve insana yatırım
yapıyorlardı. Yani, solcular ve Ülkücüler birbirleriyle takır takır çatışırken,
diğerleri harıl harıl kendilerine verilen derslere çalışıyorlardı. Çünkü onlar
biliyorlardı ki; Allah çatışana değil, çalışana veriyordu!
İnsanlık tarihi göstermiştir ki; davalar ne kadar kutsal olursa olsun,
bu davalar, uğrunda çalışıp ter dökmedikçe hiçbir anlam ifade etmezler. Öte
yandan uğrunda çalışılmayan davaların kazanılması da mümkün değildir. Bu konuda
en güzel örnek Hz. Peygamber'dir. Eğer o, canını tehlikeye atacak derecede
davası uğrunda çalışmasaydı, İslamiyet bugünkü sınırlarına asla ulaşamazdı.
Müşrikler tarafından daha başlangıçta boğulur giderdi.
Hz. Musa ve Firavun arasında geçtiği söylenen hurafe ile karışık bir
hikaye vardır. Hz. Musa, Firavun'u hak dine davet ettiğinde Firavun "bana öyle bir mucize göster ki; senin
dinine inanayım" der. O devirde sihir ve büyü pek meşhur olduğu için
Hz. Musa, Firavun'un sihirbazlarıyla karşılaşmanın uygun olacağını düşünmüştür.
Sihirbazlar karşılaşmanın ilk gününde Hz. Musa'yı alt etmişlerdir. Hz. Musa
bunun üzerine gece vakti Tur Dağı'na gidip Tanrı ile konuşurken;
-"Rabbim" der, "Ben senin dinini yaymaya çalışıyorum.
Ancak sen bugün beni sihirbazların karşısında mahcup ettin. Ben karşılaşmanın
ilk raundunu kaybettim..."
Tanrı Musa'ya şu cevabı verir:
-"Ey Musa, mahzun olma. Ben sadece sana ders vermek ve Firavun'a
da geçici bir sevinç yaşatmak için böyle yaptım. Firavun dün akşam uyumamak
için kendisini sakalından tavana bağlayıp sabaha kadar, senin karşında
sihirbazların başarılı olması maksadıyla bana yalvardı. Sen ise bütün işi bana
havale edip, sabaha kadar yan gelip yattın. Unutma ki; ben sadece çalışana
veririm. Üzülme, yarın sen galip geleceksin ve ben Firavun ile kavmini helak
edeceğim..."
Ertesi gün olup, Firavun'un sihirbazları ellerindeki ipleri yere atarak
yılan gibi oynatmaya başlayınca Hz. Musa elindeki asasını yere fırlatır ve asa
birdenbire bir ejderhaya dönüşerek sihirbazların yılanlarını bir bir yutar.
Firavun ise Musa'ya yine inanmaz ve "Şüphesiz sen çok yetenekli bir
büyücüsün" der.
Firavun'un başarılı olarak gösterilmesi ne kadar doğrudur emin değilim
ancak Allah'ın çalışana verdiğinden eminim. Çünkü bu konuda ayetler vardır
Kur'an'da(Örn.bk. Şura/20). Emin olduğum bir şey daha var; o da Ülkücülerin ve
Türk Milliyetçilerinin çatışmacı siyaseti halen bütün canlılığıyla
sürdürdükleridir! Bu seferki çatışma, inanın 1980 öncesinden çok daha
tehlikeli! Çünkü Ülkücüler şu anda birbirleriyle çatışıyorlar. Hem de kıyasıya
ve bir daha birbirlerinin yüzüne bakamayacak derecede.
Sosyal medya, Ülkücülerin birbirlerine yapmış oldukları en ağır, en
bayağı ve en aşağılık küfür ve hakaretlerle yıkılıyor! Bu öyle bir savaş ki; bu
savaşta her türlü vuruş ve saldırı serbest. İşin üzücü tarafı ise, bir âkil
Ülkücünün ortaya çıkıp duruma el koymaması, Ülkücüler arasındaki bu sanal
savaşı bitirmeye çalışmamasıdır. Genelde Türk Milliyetçileri, özelde ise
Ülkücüler, işte böyle birbirlerine karşı verdikleri "Ben senden daha iyi Ülkücüyüm, ben senden daha
milliyetçiyim" savaşı içinde seçime gidiyorlar.
Halbuki; meydanda adına "Algı" denilen bir sürü siyasi sihir
ve büyü var ve Ülkücüler, uzun yıllardır bu sihri çözecek, bu büyüyü bozacak
bir Musa bekliyorlar! Oysa Ülkücüler bilmiyorlar ki; Firavun'a ve Haman'a karşı
mücadele edecek Musa da içlerindedir, Harun da. Yeter ki görmesini,
keşfetmesini ve etrafında kenetlenmesini becerebilsinler.
Ömer Sağlam
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.