2000'li yılların başıydı. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın talimatıyla Diyanet İşleri Başkanlığı'nda hacda kesilen kurbanların etlerinin Türkiye'ye getirilip getirilemeyeceği konusunda bir toplantı yapılmıştı. Toplantıya Hac'dan sorumlu Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, Hac Dairesi Başkanı, Et Balık Kurumu ve Gümrük Müsteşarlığından da yetkililer katılmıştı. Toplantıda, hacda kesilen kurbanların, en ekonomik şekilde ve bozulmadan Türkiye'ye getirilip ihtiyaç sahiplerine dağıtılabilirliği enine boyuna tartışılmıştı. Toplantı sonunda varılan ortak kanaat, bu işin oldukça maliyetli bir iş olduğu, üstelik ülke hayvancılığı üzerinde olumsuz etki yaratabileceği idi.
Tanrıların Üs Merkezi Mekke'de Kurban Kesmek [Ömer Sağlam]
2000'li yılların başıydı. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın talimatıyla Diyanet İşleri Başkanlığı'nda hacda kesilen kurbanların etlerinin Türkiye'ye getirilip getirilemeyeceği konusunda bir toplantı yapılmıştı. Toplantıya Hac'dan sorumlu Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, Hac Dairesi Başkanı, Et Balık Kurumu ve Gümrük Müsteşarlığından da yetkililer katılmıştı. Toplantıda, hacda kesilen kurbanların, en ekonomik şekilde ve bozulmadan Türkiye'ye getirilip ihtiyaç sahiplerine dağıtılabilirliği enine boyuna tartışılmıştı. Toplantı sonunda varılan ortak kanaat, bu işin oldukça maliyetli bir iş olduğu, üstelik ülke hayvancılığı üzerinde olumsuz etki yaratabileceği idi.
Zira o kadar etin Türkiye'ye
getirilmesi ancak soğutuculu kamyonlarla (TIR) veya aynı özellikteki gemilerle
mümkün olabilirdi ve bunun da maliyeti çok yüksekti. Üstelik oradan et
getirilmesi, arz artışına ve fiyatlarda düşüşe sebep olabilir ve bundan yerli
hayvan üreticileri olumsuz yönde etkilenebilirdi. Bunun yanı sıra etlerin Türkiye'ye
getirildikten sonra depolanması ve dağıtımı sorunu da vardı. Bu hayvan
etleriyle birlikte bazı hayvan hastalıklarının Türkiye'ye taşınması riski de
cabasıydı. Neticede bu tür argümanlar sebebiyle bu işin olamayacağı kanaatine
varılarak işten vazgeçildiğini hatırlıyorum. Sanım bir daha da hiç gündeme
gelmedi bu iş. Oysa rivayete göre; İslam Kalkınma Bankası, Kurban günlerinde
Mekke'de kesilen kurbanların etlerini uçaklarla dünyanın hemen her yerindeki
ihtiyaç sahibi Müslümanlara ulaştırıyordu.
Hatta benim şöyle bir teklifim de
olmuştu o toplantıda; madem oradan et getirilmesi mümkün değil, hiç değilse
Suud hükümetiyle bir anlaşma yapılarak Suudilerin, Türk hacıların kesecekleri
kurban sayısı kadar canlı hayvanı Türkiye'den ithal etme zorunluluğu getirilsin.
Böylece Türk hayvancılığına katkıda bulunulsun ve hiç değilse kurban bedelleri
kadar milli servetin yurt içinde kalması sağlansın. Ancak Diyanet buna da
yanaşmadı!
Dedik ya, rivayete göre; Hac
mevsiminde İslam Kalkınma Bankası da hemen her sene Mekke'de, kendisine ait
oldukça çağdaş mezbahalarda yüz binlerce kurban kesimi yapmakta ve bu kurban
etlerini, uçaklarla dünyanın çeşitli ülkelerindeki ihtiyaç sahiplerine
ulaştırmaktadır. Şu halde, İslam
Kalkınma Bankası, bu etlerden Türkiye'de barındırılmakta olan Suriyeli
mültecilere de gönderebilirdi. Madem bu mülteciler için şimdiye kadar yerli
kaynaklardan 30 milyar dolar para harcamakla övünüyoruz, neden böyle bir
kaynağı hiç akla getirmiyoruz? Yoksa böyle bir hizmeti almak, milli gururumuza
mı dokunur bizim? Ya geçin bunları...
Hac Kurbanları Türkiye'de
Kesilebilir mi?
Bu soruya adam akıllı ve ayakları
yere basan cevap verebilmek için öncelikle kurban ibadetinin hükmünü ve hacla
olan ilişkisini bilmemiz gerekir. Öncelikle söylemek gerekirse; yaygın kabule
göre kurban ibadeti "Vâcip" olan bir ibadettir. Hatta kurbana
"Sünnet" diyen alimler de bulunmaktadır. Demek oluyor ki; kurban,
hükmü üzerinde ittifak olan bir ibadet türü değildir!
Gelelim kurbanın hac ile
ilişkisine. Bilmeyenler için söyleyelim; hac yapılış (icra) tarzına göre üç
kategoridir. Bunlar Kıran Haccı, Temettu Haccı ve İfrad Haccı'dır. Yapılış
tarzlarına göre bu isimleri alan hac türlerinden İfrad Haccı'nda kurban kesmek
gerekmemektedir. Diğer iki hac türünde ise kurban kesmek yine vaciptir. Yani
farz kadar katı ve kesin olmasa bile bir gerekliliktir.
Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Demek ki; hacda ve haccın bir şartı
olarak kurban kesmek zorunlu değildir! Daha doğrusu kurban, haccın bir şartı
değildir. Kurban kesmeden de hac (İfrad Haccı) yapılabilmektedir!
Peki kurban kesmeyi gerektirecek
hac türlerinden birisini, yani Temettu ve Kıran haclarından birisini yapmak
isteyen bir Müslüman'ın, bu kurbanı Harem bölgesinde, yani Mekke civarında
kesmesi zorunlu mudur? Uygulama ve gelenek böyledir. Yani hacla bağlantılı
(haccın bir parçası) olarak kesilen kurbanların, Mekke kent merkezinde veya
kent merkezine belli bir mesafeye kadar olan Harem bölgesinde kesilmesi
öngörülmüştür(1).
Hacla bağlantılı olarak kesilen
kurbanlara "Hedy" denir ki; bu kelimenin dilimizdeki karşılığı
"Hediye"dir. Kime hediye ve
kurbandan hediye olur mu? Ulemaya göre hacla bağlantılı olarak kesilen
kurbanlar, Mekke ve harem bölgesinde yaşayan insanlara verilmesi gereken bir
hediyedir. Başka yerlerde kesilemez! Peki, bu konuda, yani hacla bağlantılı ve
haccın bir parçası olarak kesilen kurbanların mutlaka Mekke kent merkezi
civarında kesilmesini emreden bir ayet var mı? Sanırım yok! Ya da şöyle
diyelim; benim istifade ettiğim İlmihal'de bu yönde bir ayet bulunmamaktadır.
İstifade ettiğimiz ilmihalde "Temettu
ve Kıran haccı yapanların hedy kurbanı kesmeleri vaciptir" denilmekte
ve "Nitekim Kur'an-ı Kerim'de 'kim
hac günlerine kadar umre ile faydalanmak istese, kolayına gelen kurban kesmesi
gerekir'(el-Bakara 2/196)" denilerek, bu ayet, hedy kurbanlarının
Mekke civarında kesilmesine delil olarak gösterilmiştir.
Yine bilmeyenler için söyleyelim;
İfrad Haccı, umre gerektirmeyen hactır. Kurban da gerektirmemektedir. Bunun
için ihramda kalış süresi de kısadır. Görüldüğü gibi icrası ve maliyeti en
düşük olan haç İfrad Haccıdır. Temettu haccı ise umre ve haccın ayrı ayrı
ihramlar altında yapıldığı hactır. Hac için umre yapılması zorunludur. Ancak
umreden sonra ihramdan çıkılır ve hac günleri gelince tekrar hac niyetiyle ihrama
girilir. Umre ile hac arasında ihram yasakları kalkar. Kıran haccı ise en zor
hac türüdür. Umre ve hac aynı ihramla yapılır. Hacılar ihrama girdikten sonra
hac sonuna kadar bir daha ihramdan çıkamazlar. Umre ile hac arasında uzun zaman
geçen durumlarda ve sıcak iklimde bu şekilde hac yapılması, tam bir zulüm ve
işkencedir aslında. Temuttu ve Kıran hacları (özellikle de Kıran Haccı),
oldukça meşakkatli olmalarına rağmen, ulema tarafından çok daha faziletli kabul
edilmişlerdir. Esasen İslam Ulemasının, Müslümanlara eziyet eder bir hali
vardır. Onlara göre; bir ibadet ne kadar zor ise o kadar sevaptır! İşte hedy
kurbanı, bu zorluğu başaran hacılar için artı bir sevap ve fazilet olarak kabul
edilmiştir. Bir anlamda nur üstüne nur, kebap üstüne kaymaklı ekmekli kadayıfı
gibi bir şey yani!
Görüldüğü gibi; kurbanların Mekke
civarında, yani Harem bölgesinde kesilmesini emreden açık bir ayet
bulunmamaktadır. Harem bölgesinin sınırı (Mikat mahalli), her nedense Medine
yönünde 450 km. kabul edilerek, sanki Medine şehir merkezi de harem bölgesine
özellikle dahil edilmiş gibidir. Mesela Mekke'ye yaklaşık 100 km. ötedeki
Cidde, ekseri ulemaya göre; harem
bölgesi sınırları dışında kalırken, 450 km ötedeki Medine Harem Bölgesi'ne dahil
edilmiş bulunmaktadır. Oysa Kur'an, "Harem" bölgesi olarak sadece
Mekke şehir merkezini işaret etmektedir(2).
Hakkında açık hüküm (yani ayet)
bulunmadığına göre; hacla bağlantılı kurbanlar neden mutlaka harem bölgesinde
kesilmektedir? Bunun cevabını herhalde ulema vermiştir veya verecektir. Ancak
biz, yazımızın burasında şu soruyu sormadan da geçemiyoruz: Acaba
kurbanların mutlaka Mekke'de kesilmesinin bir sebebi de, Mekke şehrinin
üzerinde kurulu bulunduğu Bathâ Vadisi'nin, Hz. İbrahim'den çok daha önceki
devirlerden itibaren tapınaklar ve sunaklar vadisi olmasıyla bir alakası var
mıdır? Zira kaynaklara göre; Bathâ ismi verilen bu vadi, Hz. İbrahim'in
Kâbe'yi yapmasında çok önceleri tapınaklar, sunaklar, panayır ve hac merkezi
olarak zaten biliniyordu(3).
Kaynakların aktardıklarına
bakılırsa; bu vadi eskiden beri adeta "Tanrıların üs merkezi"
gibi bir yermiş! Aslında hayvancılıkla uğraşan bir sürü sahibi veya bir havyan
tüccarı olan Hz. İbrahim de muhtemelen ticaret veya kendi tevhid dini olan
Hanifliği yaymak maksadıyla bu bölgeye yapmış olduğu seyahatlerden birisinde,
bu vadinin bir köşesine kendi tapınağı olmasa bile en azından kendi ibadet yeri
olan Kâbe'yi inşa etmiş olmalıdır! Ya da tevhid dinini temsil eden ve bu vadiye geldiği
sırada yıkılmış ve virane durumda bulunan Kâbe'yi onarmış olmalıdır! Oğlu
İsmail'i (Yahudi inancına göre oğlu İshak'ı) kurban etmeye kalkıştığına dair hikâyeye
bakılırsa; Hz. İbrahim'in de sunak-tapınak uygulama ve geleneklerinin etkisinde
kaldığı anlaşılmaktadır. Bu anlatımın, konunun din dışı anlatımı olduğu
unutulmamalıdır(4).
Sevgili ulemamızın yukarıda
bahsedildiği üzere; İfrad Haccı yapanların kurban kesmeleri gerekmez diyerek,
haccın kurban kesmeden de icra edilebileceğini söylemelerine ilave olarak, dile getirdikleri şu düşünce,
Temuttu ve Kıran Hacları da dahil olmak üzere; hacda kurban kesilmesine lüzum
olmadığı veya hac kurbanlarının Harem bölgesi dışında, mesela Türk hacılarının
hac kurbanlarını Suudi Arabistan yerine Türkiye'de veya dünyanın herhangi bir
yerinde kesebileceklerine/kestirebileceklerine dair bizde çok güçlü bir kanaat
uyandırmaktadır: "Temettu veya kıran
haccı yapanlardan, çeşitli sebeplerle temettu ve kıran hedyi(kurbanı) kesme
imkanı bulamayanlar, üçü hac esnasında, yedisi de hacdan sonra olmak üzere
toplam on gün oruç tutarlar. İlk üç günün, hac ayları içinde, ihrama girdikten sonra ve kurban bayramının
ilk gününden önce tutulması gerekir. Temuttu haccında bu üç gün oruç, henüz hac
için ihrama girmeden, umre ihramından sonra da tutulabilir... Hacdan sonra
tutulması gereken yedi gün orucun Mekke'den ayrılmadan tutulması da mümkün ise
de döndükten sonra memlekette tutulması efdaldir.."(5).
Yani ulema, biraz üstü örtülü
olarak da olsa, hacla bağlantılı olarak kurban kesmek yerine oruç tutmaya,
hatta bu orucun bir kısmını memlekete döndükten tutmaya da cevaz vermiş
bulunmaktadır. Orucun bir kısmı memlekete döndükten sonra tutulabiliyor da,
kurban neden aynı şekilde hac günlerinde vekaleten veya hacdan sonra bizzat
memlekette kesilemiyor? Bu soruyu sormak da herhalde aklın gereğidir!
Sahadan bir örnek verecek
olursak; Harem bölgesinde kurulu bulunan mezbahalar, üç, bilemediniz (Şafîlere
göre) dört günde yüz binlerce, belki de milyonu aşan sayıdaki kurbanın kesimine
cevap verecek durumda değildir. Böyle olunca, bir an önce ihram denilen ve
sıcak iklimde adeta işkence aracı haline gelen ve birçok yasağı da beraberinde
getiren iki parça havludan ibaret giysiden
kurtulmak isteyen hacı adayları, kurbanlarını elverişsiz şartlardaki kesim
yerlerinde ve nahoş ortamlarda kestirmek zorunda kalmaktadır. Bu tür yerlerde kesilen kurbanlar, dini
ritüellerden son derece uzak ve adeta bir hayvan katliamı şeklinde
kesilmektedirler. Ne yazıktır ki; daha ucuza kurban kestirmek isteyen hacı
adayları, buralarda kurban kestirmeyi tercih etmektedirler ve Diyanet de buna
çanak tutmaktadır. Ayrı bir yazı konusu olacak bu konuyu kısa geçiyorum.
İşte sıcak bir ülkede bu gibi
elverişsiz ve hijyen kurallarının hiçe sayıldığı yerlerde kesilen kurbanların
etleri, büyük ölçüde israf edilmektedir. Hacla bağlantılı olan ve Hedy denilen
kurbanlar, öncelikle Harem bölgesinde oturan fakir fukaranın hakkı olduğuna
göre ve ancak kesilen bu kurbanların etleri, harem bölgesinde oturan fakirlerin
ihtiyaçlarından fazla ise durum ne olacak? Dünyanın birçok yerinde, insanların
açlıktan öldüğü ve ülkemizde de milyonlarca aç insanın yaşadığı dikkate
alınırsa, göz göre göre hacda kesilen kurbanların etlerini israf mı edeceğiz?
Müslüman ülkeleri, milyonlarca ton etin israfına göz yumacak kadar zengin midirler?
Üstelik de görüleceği üzere; konu, ayet ve hadisten öte büyük ölçüde ulemanın
fikirleri ve iddiaları çerçevesinde düzenlenmiş bulunmaktadır.
Yine biz biliyoruz ki; başta
Diyanet olmak üzere, bu ülkede pek çok kurum ve kuruluş vekalet yoluyla kurban
kesmekte, bu çerçevede dünyanın bir
ucunda yaşayan Müslümanların kurbanları, dünyanın öbür ucunda kesilebilmekte ve
ulema buna "OLUR" demektedir. Şu halde ulemanın oturup, hacda kesilen
kurbanlarla ilgili olarak da değişen dünya şartlarına göre yeni bir görüş
ortaya koyması gerekmez mi? Çünkü orada, başta Müslümanlar olmak üzere; bütün
aç insanların hakkı olan milyarlarca dolarlık kurban eti ve atığı israf
edilerek çöllerde heba edilmektedir. Oysa İslam israfı yasaklayan bir dindir.
Şu Kur'an ayeti ise bize, Alah için kesilen kurbanların nerede kesildiğinin hiç
de önemli olmadığını söylemektedir:
"Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a
ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan şey, sadece gönlünüzdeki Allah saygısıdır,
takvadır. Bu şekilde onları yararınıza sunduk ki, sizi doğru yola ilettiği
gerekçesi ile Allah’ın yüceliğini dile getiresiniz. Ey Muhammed, iyi ameller
işleyenleri müjdele."(5). Müslümanlar olarak bize düşen ise sadece düşünmek, akıl yürütmek ve çözüm üretmektir...
Ömer Sağlam
________________
1-Harem
bölgesinin sınırı, Mekke'ye varış yönüne göre farklılıklar arz eder ki; bu
sınır 8-450 km. arasında değişir. Bkz. İlmihal, c,1, s, 520-521, İSAM yayını,
tarihsiz, İstanbul.
2-Age,
s, 520.
3-
Doç. Dr. Neşet Çağatay, İslâm’dan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, AÜ
İlahiyat Fakültesi Yayını, Ankara,1957,
s. 79, 89; Abdülaziz Çaviş, Anglikan Kilisesine Cevap, çev. Mehmet Akif,
sad. Dr. Süleyman Ateş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara, 1979, s.
17-8.
4-
Aslına bakılırsa; Kâbe'nin dini argümanlarla anlatımı da yukarıdaki din dışı anlatımla
fazla çelişmez. Çünkü Kâbe'nin ilk defa Hz. İbrahim tarafından yapıldığına dair
dini bilgiler de tartışmalıdır. Zira Kur'an'da, bu konuda da açık hüküm
bulunmamaktadır. Bakara Sûresi'nin 125. ayetinde İbrahim ve oğlu İsmail Kâbe
ile birlikte anılmış olsalar da, bu ayet Kâbe'nin onlar tarafından inşa
edildiğine delalet etmemektedir. Sadece onlara, Kâbe'yi temiz tutmaları
emredilmekte, daha da önemlisi onlardan Kâbeyi temiz tutacakları konusunda ahit
alındığından bahsedilmektedir. Aynı surenin "Hani İbrahim, İsmail ile
birlikte beytin (Kâbe'nin) temellerini yükseltiyorlar, 'Ey rabbimiz; Bizden
kabul buyur. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin'
diyorlardı" şeklindeki 127. ayeti de sanırım Kâbe'nin ilk defa Hz.
İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yapıldığına işaret etmemektedir. Bu temel
yükseltme işi, yıkılan duvarların, eski temel esas alınarak yeniden örülmeye
başlanması anlamına da geliyor olabilir.
Böyle
düşünüyor olmamızın sebebi ise bir başka Kur'an ayetidir. Zira Âl-i İmrân
Suresi'nin 96. ayetinde Kâbe'nin insanlar için
kurulmuş ilk mabed olduğu söylenmektedir. Hz. İbrahim'den önce de birçok
peygamber ve kavim gelip geçtiğine göre ve onlar da tevhid dinini yaymakla
görevli olduklarına ve Allaha ibadet ettiklerine göre; ilk ibadet yeri kabul
edilen Kâbe'yi Hz. İbrahim değil, ondan önceki birileri yapmış olmalıdır. Hz.
İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in yaptıkları ise, kendilerinden sonra birçok kez
yapıldığı gibi, Kâbe'yi onarmak veya eski temelleri üzerinde yeniden inşa
etmekten ibarettir. Hz. İbrahim'in
oğlunu kurban etmeye kalkışması hadisesi, Kur'an'da da anlatılmaktadır(Bkz. Kur'an-ı Kerim, Sâffât Suresi,
37/102-107) ki; ayetlerde kurban edilen oğlun kim olduğu belli değildir. İslami
literatür bu oğlun Hz. İsmail olduğunu kabul ederken, Tevrat kaynaklı eserlerde
bu kişinin, Hz. İshak olduğu savunulur.
5-
1 nolu dipnotta belirtilen eser, s, 558.
6-
Kur'an-ı Kerim Hacc Suresi, 22/37
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.